31 Ocak 2017 Salı

Boncuksal Şeyler

         
         Merhabalar,
         Ay çıkmadan şu boncuksal olayları da yazayım dedim. Şimdi şu hama boncuğu denen meretleri internette, orda burada gördükçe canım çekiyordu. Bir de acaba ben sabredebilir miyim diye de düşünüyordum. Sonra nerden duyduysam artık İkea’da satıldığını öğrendim.


         Bunun da bir hikâyesi var tabii ki. :) Belki 3 kez gittik İkea’ya ama bir türlü bulamadık. Görevliler de ne olduğunu bilmiyor. En sonunda internetten koduna bakıp söyledik de öyle baktılar sistemden. Ama ne oldu bilin. 48. haftada gelecek dediler. Biz de tamam dedik. Kasım falan oluyor. O zaman geliriz. Sonra kasımın başında aklımıza esti, atladık gittik. Çünkü kaçıncı hafta olduğunu hatırlamıyorduk. Ama gelmemişti. Daha sonra yenilen pehlivan güreşe doymazmış hesabı 3. kez gittiğimizde de gelmemişti. Artık dedim, tamam, almayacağım. 4. Kez de başka bir iş için gidince artık görünce dayanamadım, aldım. Boncuk kavanozu 25 tlydi. Bir de bunların şöyle tablaları var. Onlar da 5 tlydi. Aldık artık hepsini.


         Sonra internetten bir sürü beğendiğim motifi kaydettim hemen. Baka baka yaptım bir şeyler. Ama ben hem sabırsız hem de çok sıkılgan olduğumdan çok üstüne düşmüyorum. Ara ara yapıyorum.
         Boncukları tablaya dizdikten sonra üzerine kâğıdını koyup ütülüyorsunuz ve işlem bitmiş oluyor.
         Bunlardan değişik değişik işler yapılıyor da ben şimdilik bir şey yapmayıp bakıp bakıp mutlu olmayı seçiyorum. Ama ilerleyen zamanlarda kitap ayracı, bardak altlığı, anahtarlık, kolye falan yapmayı planlıyorum.


         Boncuklar iyi güzel de sevmediğim bir şey var ki o da hepsinin aynı kavanozda olması. Ben yukarıdaki yumurta kartonuna ayırıyorum kullanmadan önce, ondan sonra kullanıyorum. Yoksa kavanozdan alıp kullanması zor oluyor.
         Gelelim çelınca:
         15 – On beş yaşındaki birine vereceğin nasihat ne olurdu?
         Gençliğinin kıymetini bil. Spor yap.
Çok oku. Çok oku ki yaratılmak istenen cahiller ordusunun bir üyesi olma.
         Derslerine çalış ama ders oldukları için, sonunda sınava girecek olduğun için değil, gerçekten öğrenmek için çalış. Bu ülkenin sınavları bitmez zaten.

         İnsan olmayı, merhametli olmayı öğren. 

30 Ocak 2017 Pazartesi

Dermokil Duş Jeli – Lavanta

         


         Neredeyse bitirdikten sonra yazmayı akıl ettiğim bu duş jeliyle buradayım.
         Lavanta kokusunu pek sevmesem de Gratis’te bilmem kaç liralık alışveriş sonrasında 5 tlye denk geliyordu. Açıkçası da o yüzden aldım. Duş jellerine çok para vermeyi sevmiyorum, itiraf edeyim.
         Dermokil benim gözümde hep bir kil markası nedense. Sanırım ürünlerinde çeşitlenmeye gittiler son zamanlarda. El kremlerini falan da gördüm çünkü. Bu duş jeli haricinde de hiçbir ürününü kullanmadım henüz.


         İlk başlarda kokusu çok yoğun gelse de sonraları alıştım sanırım. Köpürmesi ve temizlemesi iyiydi. Vücuttan da kolay arındırılıyordu. Bir daha indirimde yakalarsam yine alabilirim.
         Siz bu ürünü kullandınız mı? Kullandıysanız memnun kaldınız mı?
         Çelınca gelecek olursak: 
         14 – Keşke arkadaşım olsa dediğin ünlü kim?
         Ünlü derken… Şarkıcı mı, oyuncu mu… ya da ne olması lazım. Bilemedim. Pek yok da aslında onlardan.

Ben daha çok yazarlarla falan arkadaş olmak isterdim sanırım. Yine –Allah rahmet eylesin- en çok da aramızdan ayrılmış olanları tanımak isterdim ama yaşayan yazarlardan ise Hakan Günday, Yekta Kopan, Kaan Murat Yanık, İlber Ortaylı (kendisi çok tonton bir insan değil mi?)… İlk etapta aklıma gelen kişiler bunlar. Bilemedim, yine zor bir soru. 

29 Ocak 2017 Pazar

Devam

         
         Hala hastayım ve ben hastayken kendime bile tahammül edemiyorum. Umarım haftaya iyileşmiş olarak başlayabilirim. Yine çelınç sorusunu yanıtlayıp kaçacağım.
         13- 10 yıl sonra nerede, nasıl yaşamak istiyorsun?
         Hangi şehir ya da ülke (belli mi olur) olduğunun önemi yok ama sevdiğim insanla ve sevdiklerimle, ailemle birlikte mutlu ve huzurlu bir yaşam sürmek istiyorum.
         Mesleğimi yapıyor olmayı ve bu yönde yapmak istediklerimi de gerçekleştirmiş olmayı diliyorum.

         Ve umarım ülkemiz de içinde bulunduğu bu çıkmazdan çıkmış ve çağdaş bir ülke olmuş olur.

28 Ocak 2017 Cumartesi

Hastaydı

         
         Hastaydı, bir türlü geçmiyordu. Kitap bile okuyamıyordu ama olsundu. Yazmak istediği bir sürü yazı vardı ama hali yoktu. Bari çelıncı yazıp gideydi:
         12- Son 10 yılda hayatında neler değişti?
         İşte bir zor soru daha.
         Liseyi bitireli 8 yıl olmuş. 9. Yılıma girdim. Bu demek oluyor ki Gülşah hayatıma gireli 13 yıl olmuş. :) 25 ve katlarında kutlama yapma niyetimdeyim. :)
         Son 7 senedir bir sürü işte çalışmışım. Kendi paramı kazanmayı seviyorum. Edindiğim tecrübeleri de.
         Liseden mezun olduktan sonra çalışmaya başladığım matbaada mutsuz olduğumu fark edip “Ben üniversite okuyacağım!” deyip her şeyi bırakıp bir dershaneye kayıt yaptırdım. (Açıköğretimden İşletme okuyordum o zamanlar, daha sonra devam ettiremeyip o bölümü yarım bıraktım.) Bir yıllık bir hazırlanma evresinden sonra mezun olduğum bölümü kazandım. Seyahat İşletmeciliği ve Turist Rehberliği. Özellikle ilk yılı olmak üzere 2 yılını zor geçirmiş olsam da bir şekilde uzatmadan o 5 yılı bitirdim.
         Bu arada 2012 Haziranında hayatıma Ali girdi. Yani Ali’yi 2008’den beri falan tanıyor olsam da sevgili olmamız 2012’yi buldu. O günden beri de yanımda. :)
         Üniversiteyle birlikte hayatıma giren Japoncayı hala öğrenmeye devam ediyorum. Biliyorum zor bir dil ve zorlu bir süreç. Ama olsun, ben seviyorum.
         Çok istediğim Osmanlıcayı öğrendim.
         Güzel arkadaşlar biriktirdiğimi düşünüyorum.
         Sevmediklerimi, beni aşağı çektiğini düşündüğüm insanları hayatımdan çıkardım.
         Sinirimi kontrol etmeyi hala tam olarak öğrenemedim.
         Son 7 yıldır ailemden uzakta yalnız yaşıyorum.

         Bu kadar sanırım. :)

27 Ocak 2017 Cuma

Çelınç

Merhabalar bilog.
Hastayım bu günlerde. Geçenlerde çok üşüdüm dışarıda. Her tarafım dökülüyor. Çelıncı cevaplayıp kaçacağım.
11- Dolabındaki en eski kıyafet (fotoğrafı ve anlamı)

Dolabımdaki en eski kıyafet annemin ben ilkokula yeni başladığım yıl ördüğü şeker pembesi rengindeki kazak. Bayram harçlıklarımla bir sürü yün almıştı ve çeşit çeşit kazaklar örmüştü bana. Pembeyle yeşil olanı net olarak hatırlasam da yeşil olan küçüldü ama pembeyi hala giyebiliyorum. :) Buralar o kadar soğuk olmadığından getirmedim ama Balıkesir’e gidince giyiyorum hala. O yüzden de fotoğrafı yok. Ama görseldeki örnekten. :))


26 Ocak 2017 Perşembe

Üzüldükçe Üzüldüm

        
         Pazar günü Japonca kursumdan dönerken otobüs durağında şahit olduklarıma o kadar üzüldüm ki hala kafamdan atamıyorum. Anlayamıyorum. Anlayamadığım, cevaplandıramadığım çok şey var.
         Kurstan çıktım vapura bindim. O kadar çok kalabalıktı ki sohbet eden bir genç kız ve çocuğun karşısına oturmaya karar verdim. Türk olduklarını sanmıştım ama Almanca konuşuyorlardı. Almanca bilmediğimden anlamadım tabii ki. Sonra kulaklığımı kulağıma takmaya uğraşırken hem onların yanındaki 4 koltuk hem de benim yanımdaki koltuk geniş bir aile tarafından doluverdi. Ben de konuşmalarını dinlemeyeyim diye hala okumakta olduğum Zamanın Kısa Tarihi’ni okumaya başladım. Ben kitabımı okurken yanımda oturan kız kakaolu süt içip selfie çekiyordu.
         Vapurdan indikten sonra metroya yürüdüm. Metro da vapur gibi çok kalabalıktı. İlk başta ayakta kalsam da sonra bir yere oturabildim. Kitabımı okumaya devam ederken yanıma oturan adam da bir kitap okumaya başladı. Sona yakındı ama kitabının adını göremedim. Kırmızı ciltli bir kitaptı.
         Metrodan indikten sonra eve giden otobüse binmek için durağa geldim. Beklerken –ki bu durakta beklemekten hiç hoşlanmıyorum, hep çok kalabalık oluyor- bir ara ellerinde “Hayır” broşürleri olan kişiler ilgimi çekti. Olaydan haberim vardı daha önceden. Gidip bir broşür almadım, gerek görmedim. Zaten ben konuyu biliyorum ve destekliyorum. Belki başka birinin ilgisini çeker de gerçekleri görür diye düşündüm. Gençten bir arkadaş belki benden bir-iki yaş küçük bir gence de verdi bir adet broşür. O genç de bir hışımla broşürü yırttı ve sonra tartışmaya başladılar. Bu kadar nefret dolu oluşumuzu, at gözlüklerimizi, anlamamak konusundaki ısrarımızı anlayamıyorum. Bu kadar bilginin içinde o arkadaşın hala nasıl körü körüne bir şeye/birilerine inanıyor olmasına anlam veremiyorum.
         Neyse bu olayı atlattık derken bir ambulans belirdi uzaktan. Acı acı bağırıyordu sirenleri. Trafik de o kadar sıkışık ki kimse ilerlemiyor. Bazı arabalar yol açsa bile bazıları yerinde durmaya devam ediyor. O ambulansın içinde ben de olabilirdim ya da o yolu açmayan arabadakilerden biri de. Bir dakikanın bile ne kadar önemli olduğunu bilmemize rağmen kılımızı kıpırdatmıyoruz. Artık çok duyarsızlaştık sanırım.
         Üçüncü olaya gelelim: bir dede kaybolmuş sanırım, elinde bastonu vardı. Yanında oğlu olduğunu tahmin ettiğim bir adam bas bas bağırıyordu. “Sen taa ….’den –Çiğli mi Tire mi dedi anlayamadım- buralara ne demeye geliyorsun. İki araba insan senin peşinde dolaşmak zorunda mı” diye. Dede sadece dinliyordu. Belli ki Alzheimer hastası. Adam, dedeyi sürükleyerek arabaya soktu.
         Üzüldükçe üzüldüm. Sonra akşam Ali’ye olayları anlattığımda bana bir haber okudu. Japonya’da bir şehir mi yoksa ilçe mi artık neredeyse yaşlılar çok kayboluyormuş. O yüzden yaşlıların baş parmağına kare barkod yapıştırılıyormuş ve o barkodu da okutunca kişinin bilgileri, ev adresi falan tüm bilgileri çıkıyormuş. Biz de Ali’yle o dedenin bastonuna falan ev adresi ya da telefon numarası yapıştırılamaz mı diye konuşmuştuk bu haber öncesinde ya da cebine bir not koyulabilir bilgilerini içeren mesela. O adam nasıl bağırıyordu öyle. Sesi gitmiyor kulaklarımdan. :(
         Yarım saat boyunca bekledim durakta. Tek otobüs var eve giden ve Pazar günleri hep atlayarak ya da geç geliyor. Ben de cinnetlerden cinnet beğeniyorum deyip çelınca geçiyorum hızlıca.
         10- Asla unutmak istemediğin anın.
         İşte bu benim için zor bir soru.

         Çocukluğumun tamamını asla unutmak istemem. Onun haricinde Ali ile yaşadığım hiçbir şeyi ve evlenme teklifi aldığım o günü unutmak istemem sanırım. :)

25 Ocak 2017 Çarşamba

Çelinca son gaz devam!

         


         9- Göç etmek zorunda kalsan yaşamak için seçeceğin ülke.
         Herkes gibi ben de bu aralar bırakıp gitmek istiyorum ve çokça düşünüyorum bu soruyu. Sanırım ilk ülke Japonya olurdu. Hem Japonca öğreniyor oluşumdan hem de orada yüksek lisans yapmak istemem ilk etkenler. Ama onun haricinde ülkenin güvenli olması ve çok kurallı olması ilgimi çekiyor.
         Onun haricinde yaşam şartları bakımından Norveç ya da Danimarka olabilir. Eğitim sistemi açısından da Finlandiya’yı seviyorum.


24 Ocak 2017 Salı

Bugün Blogun Doğum Günü!

         
         Merhabalar,
         Bugün bu blogumun doğum günü! 2011’de tam da bugün açmışım bu blogumu. Normalde kendi doğum günümü bile çok önemsemeyen bir insanım ama birden aklıma geldi ve bir bakayım dedim. 6 yıl olmuş!
         Neler neler yaşamışım. Bu blogu açtığımda üniversite daha hazırlık okuyordum Aydın’da ve yurtta kalıyordum. Hey gidi günler! Yaşlanıyoruz be bilog. :) Olsun, her yaş getirdikleriyle güzel.

         Gelelim çelınca:
         8- Bir dahaki hayatında kim olmak isterdin?

         Yine Elif olmak isterdim hatta yine turist rehberi olmak isterdim. Ama yaptığım hataları yeniden yapmak istemezdim.  

23 Ocak 2017 Pazartesi

Beauty Formulas Exfoliating Facial Scrub

         


         Merhabalar;
         Bugün bir yüz ürünü ile karşınızdayım. 
         Sivilce problemi olan bir cildim var. Üç kez de sivilce tedavisi görmeme rağmen sorunum tekrarlamaya devam ediyor. Normalde sivilceli ciltlere peeling, scrub işlevi gören ürünler önerilmese de ben haftada bir kez falan bu işlemi uygulama gereği duyuyorum. Sonuçta cildin kendini yenilemesi gerekiyor. Sivilcelerim çok olduğu zaman kullanmıyorum ya da ihtiyacım varsa sivilceli bölgeye uygulamıyorum.
         Ürüne gelecek olursam bu ürün tamamiyle portakal marmeladı gibi. Kokusu da portakal gibi zaten. İçinde şeker gibi yumuşak tanecikler var ve cildinize sürdüğünüzde sert hissetmiyorsunuz. Ovuşturmaya başlayınca da tanecikler erimeye başlıyor. Temizlediğini düşünüyorum ama ben kırk yılda bir makyaj yapan biriyim. Onu da belirteyim.
         Bu ürünle ilgili sevmediğim şey kullanmaya ilk başladığım zamanlarda bana hissettirdikleri oldu: Üniversite birinci sınıfı bitirdiğim yaz bir otelin mutfağında kahvaltıcı olarak bir çalışma deneyimim olmuştu. Kahvaltı da reçel de olur haliyle. Reçelleri koyduğumuz cam kaseler vardı ve her sabah kahvaltı büfesini açmadan onları yeniden doldurmak gerekiyordu. (Kahvaltıcılar gece çalışır ve bizimki açık büfeydi, her gün yaklaşık 750-1000 kişi kahvaltıya iniyordu.) Birkaç çeşit reçel doldurduktan sonra sıra portakal reçeline geldi tabii. Reçellerin de kovaları yanlış hatırlamıyorsam 20 ya da 25 litrelik kovalar. E ben de ufacık kızım. Ağır geliyor haliyle. Elimden bir kaydı kova ve sonuç: yer gök portakal reçeli oldu. Sağolsun az küfürle stevart arkadaşlar temizlediler ama bir hafta boyunca neyi kaldırsak altından az biraz reçel çıkıyordu ve ben portakal reçelinden iğrendim resmen. Yıllarca da yiyemedim. Şimdi yeni yeni yiyorum diyebilirim. :)) İşte bu ürün de ilk zamanlar bana hep portakal reçelini ve o anımı hatırlatıyordu ama sonradan alıştım. :)
          Siz bu ürünü kullandınız mı? Kullandıysanız memnun kaldınız mı?


         7. soru ile devam ediyorum:
         7- Eğer bir hayvan olsaydın hangisi olurdun?

         Kuş olurdum muhtemelen. Kuşları çok severim. Özellikle de kırlangıçları. Ama mitolojik oldukları için güvercin ve tavus kuşlarını da çok severim.


         

22 Ocak 2017 Pazar

Yalnızız

         


         Liseye başladığım yıldı sanırım (2004’te başladım), her gün okul çıkışı evime giden otobüse binmek için Sütlüce’den Altıeylül Pasajı’nın oraya gitmek için o yolu yürürdüm. Önce kahvelerin önünden, sonra bir kasap vardı –vitrinindeki etler maket gibi dururdu-, sonra ayakkabıcı derken öyle bakına bakına giderdim. Dümdüz bir yol. Yolumun üzerinde bir kitapçı vardı. Her gün geçerken vitrinindeki kitaplara bakardım. Bir gün Peyami Safa’nın Yalnızız kitabını gördüm vitrinde. Kapağı görseldeki gibiydi. O kitabı okumayı çok istemiştim.
         Ben hiçbir zaman ailemden bir şey isteyebilen bir çocuk olmadım. “Ben şu ayakkabıyı, pantolonu istiyorum.” diyemezdim. Utanırdım bir kere. Yük olacakmışım gibi gelirdi. Babam hep yorgun gelirdi eve, sonra ben okula başlayınca annem de çalışmaya başladı. Demek ki yetmiyor dedi çocuk aklım. Çocukken insan fakirliğin ne demek olduğunu bilmiyor da büyüdükçe anlamaya başlıyor. Hoş küçükken de isteyemezdim bir şey de… Gerçi istesem alınırdı muhtemelen. Her ne kadar diğer çocuklar gibi her yeni çıkan şey alınmasa da bana göre hiç eksiğim yoktu. Hala da öyle düşünürüm. Mahallede ilk bilgisayar bana alınmıştı mesela. Bunda lisede bilgisayar programcılığı okumamın büyük etkisi oldu ama 2004’ten bahsediyorum sonuçta. Başka yerlerde çocuklar 5 yaşından beri bilgisayar kullanıyordu. Erkek arkadaşım benden 6 yaş büyük olmasına rağmen ilkokuldayken falan tanışmış bilgisayarla. Demek teknoloji de geç gelmiş bizim mahalleye. :)
         Neyse çok uzattım. İşte Peyami Safa’nın Yalnızız isimli o kitabını almayı, okumayı çok istemiştim. 13 lira falandı diye hatırlıyorum. Ötüken Yayınları’ndanmış o baskı, baktım az önce. Benim de liseye haftalık 10 lira harçlıkla başlamıştım o zamanlar. Şimdi gözüme ne kadar da az geliyor o para. Oysa o zamanlar yetiyor da artıyordu bile. Okula otobüsle gidip geliyordum. Okulun ilk 3 yılı öğlenciydim. Evden yemek yiyip gittiğimden okulda da pek acıkmazdım ve zaten de kantinden bir şey yemeği de sevmezdim. Biz öyle pek abur cubur yiyen çocuklar değildik. Bizim evin tek abur cuburu meyveydi hatta. Ben neredeyse liseden sonra alıştım abur cubura. Yine dağıttım değil mi? neyse işte, o para bana yetiyor da artıyordu bile. Sonra ben bu kitap için para biriktirmeye başladım.
         Sonra parayı biriktiremedim mi yoksa o kitabı almaktan vaz mı geçtim ya da parayı başka bir şey için mi harcadım hiç hatırlayamıyorum. Kitabı almadım. Hatta hala okumadım. Geçen gün instagramda dolanırken takip ettiğim birinin profilinde gördüm bu kitabı da içim cız etti. O kitabı alabilmek için harcadığım çabayı hatırladım, hüzünlendim. Bir kitap alabilmek için bile ne kadar uğraşmışım. :)

         Böyle söylüyorum ama kitap konusunda fazla eksiklik çekmedim. Bir kere İl Halk Kütüphanesini keşfetmiştim. O zamanlar ödünç kitap veren kısmı Saat Kulesi’nin oradaydı. Kütüphane de Balıkesir Endüstri Meslek Lisesi’nin ordaydı. Ben de zaten 8. sınıftan itibaren o ödünç kitap veren kütüphaneye üyeydim ve Balıkesir’den ayrılıncaya kadar neredeyse tüm kitaplarını okumuştum. :) Zaten iki odadan oluşan küçücük bir yerdi. Kütüphane görevlisi Narin Abla’yı çok severdim. Normalde en fazla 2 kitaba izin verirken ben her zaman 3 ya da 4 kitap alır, bir haftada bitirir geri götürürdüm. Hem hızlı okuyorum diye hem de yıpranmış kitapları tamir ediyorum diye sesini çıkarmazdı bana hiç. E o zamanlar eve internet girmemişti (liseden mezun olduktan sonra internet bağlattık) ve ben lise sona geçinceye kadar cep telefonu kullanmamakta çok ısrarcıydım. Tek eğlentim okumaktı neyse ki.


Gelelim çelınca:
         6- Hatırladığın en eski anını hatırlatır mısın?
         1,5 yaşında falanım. (Yaşımı sonradan annem söyledi.) Ayşelerin evindeyiz. Ayşe benim bebeklikten beri komşum. Eskiden yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi ama 15 yaşımdan sonra görüşmeyi bıraktım. Normalde pek kullanmadıkları bir oda var evlerinde. Yani sonraki yıllarda o odayı pek kullandıklarını görmedim. O odadayız. Tahta divanlar vardır bilir misiniz? Öyle bir divan var, annem otuyor üzerinde. Ben de sandalyenin üzerine çıkıp yanına oturmaya çalışacağım. Ama sandalye arkaya doğru kaykılıyor ve ben yere düşüyorum. Düşerken de televizyon sehpasına çarpıyorum. Eski tip sehpalar var ya alt gözüne bir şeyler konur, en altında da kapaklı bir dolabı olur. Onun keskin köşesine çarpıyorum ve kaşım yarılıyor. Sonra hatırladığım şey annem elinde bir bezle kanı durdurmaya çalışıyor, kucağındayım ve hastaneye gidiyoruz. Yolu çok fazla hatırlamıyorum. Sadece Ayşelerin evinin önünden geçen demir yolu ve bizim biraz ilerleyişimiz. Bu kadar. Sonraki hatırladığım ise üzerimde yanan lambalar. Evet, ameliyathanedeki gibi lambalar. Buranın ameliyathane gibi bir yer olduğunu biraz daha büyüyünce televizyonda gördüklerimden anladım. Doktor başımda kaşımı dikiyor, bir yandan da sanırım korkmamam için benimle bir şeyler konuşuyor. Annem o zaman yeni yeni konuşuyordun diyor hep. Konuşmalarımızı hatırlamıyorum. Sonraki hatırladığım şey ise: evimizin kapısındayız. Kapıyı açıyoruz. Babam salonda yere oturmuş, televizyon izliyor. Bana bakıyor ve bağırmaya başlıyor: “Ne oldu bu çocuğun gözüne?!” diye. Kaşımı dikmiş doktor, üzerini de sargı bezi gibi bir şeyle kapatmış, ama bez büyük olacak herhalde gözüme kadar kapanmış. Son hatırladığım babamın o paniği işte.

         Biraz uzun oldu ama ilk anım budur. Ali, bu kadar eski bir anıyı nasıl hatırlıyorsun, ben ilkokul yıllarımı bile hatırlamıyorum, diyor ama bilemiyorum. Unutmak en çok korktuğum şey bu hayatta. Belki de o yüzden, bilemiyorum. 

21 Ocak 2017 Cumartesi

Challenge! Ben de Varım!

         


         Merhaba;
         Sanırım ilk Leylak Dalı’nda gördüm ama sonra bir sürü blogda okumaya başladım bu etkinliği. Meğer kaynağı Sonik Hanım’mış. Eskiden mim falan derdik bunlara, şimdi adı challenge oldu ya neyse! :) Ne zamandır görüyordum ama ben böyle şeyleri hiç devam ettiremediğimden hiç girişmek istemedim ama sonra dayanamadım. Birkaç gündür de kendimi ikna etmeye çalışıyorum. Zaten 1 Ocaktan beri her gün eksiksiz olarak yazıyorum. Evet, kendi kendime bu ay hiç fire vermeden yazabilir miyimi kanıtlamaya çalışıyorum. Bu güne kadar eksik olmadı şükür. Bu soruların cevaplarını da ekleyeyim yazıların sonuna, ne çıkar dedim. İşte bugün başlıyorum.
1-   5 sözcükle kendini anlat.
Uykuyu ve yemek yemeği sevmeyen: Gerçekten çok yorucu eylemler bana göre. Vücut yorulmasa, ihtiyaç duymasa hiç aramam.
Meraklı: Meraktır insanı dinç tutan ve yaşatan.
Ağlak: Ağlamaktan nefret ederim ve genelde (bir iki kişi hariç) insanların yanında ağlayamam ama çok duygusalım, elimde değil.
İyimser olmaya çalışan bir kötümser: Zamanında mail adresini bile pessimistic olarak alan birinden bahsediyoruz. Ama iyi düşün iyi olsun mottosundan iyimser olmaya çalışıyorum.
Düşünen: Uykumda bile düşünüyorum. Seviyorum düşünmeyi, planlamayı, fikir yürütmeyi ama uykuda düşünmek nedir abi! Yoruluyor beynim.
2-   Kalbini kazanmanın 5 yolu:
Zeka: Zeki insanlara bayılırım.
Merhamet: İnsan olmayı bilmek gerekir.
Kitap okuyan insanları ayrı bir severim.
Samimiyet çok önemli bir şey hayatımda. Ağız burun yaya yaya konuşanın ağzının ortasına geçiresim geliyor bazen. Ben sinirli bir insanım ve böyle insanlarla vakit kaybetmek beni çok sinirlendiriyor.
Son olarak da işinde başarılı, hırslı insanları severim. Ama bu hırs başkalarının kuyusunu kazmak için kullanılmıyorsa.
3-   Hayatın bir kitap/film olsa türü ve adı ne olurdu?
:) Hayatım film de olsa kitap da olsa komedili dramatik bir şey olurdu kesin. Çabalayan çabalayan bir şey olamayan, başkalarına göre mükemmel ama kendine yetmeyen, kendine yakıştıramadığı bir hayatta debelenip durmak benimkisi.
Adı da “İnişli Çıkışlı Bir Hayatın İçinden Muhteşem Hatalar” falan olurdu herhalde. :)
4-   Etrafındakiler hangi sorunun çözümü için sana gelirler?
Valla her şey için geliyorlar. Övünmek gibi olmasın ama iyi bir dinleyici olduğumu düşünüyorum. Ama genelde iş, arkadaşlık ya da sevgili problemleri için geliyorlar. Ben bu konularda pek iyi olmadığımı düşünsem de sanırım beni seviyorlar. :) (Gerçi dört buçuk yıldır iyi giden bir ilişkim var, şimdi onu yabana atmayayım.)
Şaka bir yana, objektif olmaya çalışıyorum bir arkadaşım bana bir sorunu ile geldiğinde. Direkt taraf tutmak yerine eğer yapabiliyorsam konuyu farklı açılardan görmeye çalışıp yeniden önüne sürüyorum. Ya da hiçbir şey yapamıyorsam sadece dinliyorum. Yargılamamaya çalışıyorum. Karşımdaki de ona göre karar veriyor bence.
5-   Her zaman ve bazen özlediğin iki şey:
Her zaman özlediğim tek şey çocukluğum. Her şeyin daha masum ve daha sade olduğu zamanlar. Çocukluğum benim için hep çok özeldir. 1990 doğumluyum. Sokakta oynamanın ne demek olduğunu, arkadaşlıkları hep tattım ben. Çocukluğumu liseden mezun oluncaya kadar olan o döneme yayarım ben. Bence hayatımın en güzel zamanlarıydı.
Bazen özlediğim şey ise çocukken yediğimiz bazı abur cuburlar: cino, çokomel, yumuyum falan filan. Gerçi biz çok nadir zamanlarda yerdik ama olsun. :)

Haydi bakalım, ilk 5 soruyu yanıtladım bir çırpıda. Kalanları da atlamadan her gün yazabilirim umarım.

         Yoksa siz hala katılmadınız mı? Haydi siz de başlayın bugün. 

20 Ocak 2017 Cuma

Vatan Haini

"Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ. 
Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet. 
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ." 
Bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne, kapkara haykıran puntolarla, 
bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson'un 
66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında, Amerikan amirali 
Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira. 
"Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet 
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."

Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt 
           hainiyim, ben vatan hainiyim. 
Vatan çiftliklerinizse, 
kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan, 
vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan, 
vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın, 
fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan, 
vatan tırnaklarıysa ağalarınızın, 
vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa, 
ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan, 
vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa, 
vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan, 
                            ben vatan hainiyim. 
Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla : 
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ. 

Nazım Hikmet



Dönüp dönüp okuyorum bu ara Nazım’ın bu şiirini. Başka söze gerek yok. Anlatıyor her şeyi/mizi. 

19 Ocak 2017 Perşembe

Çiçeklerin Ahengi ile Sonbahar Buluşması

         


         26 Kasım 2016’da Jikad tarafından gerçekleştirilen İkebana etkinliğine katılmıştım. Daha sonra bloguma dönüp baktığımda okumak istediğim bir yazı olduğu için yazayım dedim.
         Duyurusunu Facebookta görüp hemen mail atmıştım Jikad’a. Bu arada bilmeyenler için Jikad, Japonya İzmir Kültürler Arası Dostluk Derneği’nin baş harfleri. Zaman zaman etkinlikleri olsa da ben bir türlü denk getirip gidemiyordum ama bu kez gitmeyi başardım.
         İkebana, kısaca çiçek süsleme sanatı demek. Aslında terrarium gibi bir şey olacağını tahmin ediyordum ama googleda aratınca fanus değil de saksıda sergilendiklerini gördüm. Yine de hakkında çok fazla bilgim olmadan gittim diyebilirim.
         Programda açılış konuşması, yeni üyelerin tanıtımı olduktan sonra çok hoş bir Japon müziği dinletisi oldu. Sanatçılar Hürkan Ayvazoğlu ile Alexander Mekaev idi. Dinlediğimiz müzik o kadar güzeldi ki eve geldiğimde de çok beğendiğim ezgileri yeniden dinledim. Dinletiden sonra Japonya Başkonsolosu da konuşma yaptı. Benim açımdan canlı canlı Japonca bir şeyler duymak iyi oldu doğrusu.


         İkebana tanıtımını ise bir sunum ile başkonsolosun eşi Shizue Ehara yaptı. Çok sevimli bir kadındı. Bize kullanılan malzemeleri ve teknikleri anlatırken çok güzel uygulamalar da yaptı. İkebana için kullanacağınız saksı, tepsi ya da kap her ne ise içine çivili bir taş yerleştiriliyor. (Japonca adını unuttum şimdi.) Kullanacağınız çiçekler, dallar ya da yapraklar ise bu çivili nesneye saplanıyor. Çiçekleri kaba dizmenin belli kuralları var. Hepsi bir felsefeye göre diziliyor. Tüm yapraklar aynı yöne bakacak gibi mesela. Nasıl ki altın oran varsa burada da gümüş oran kullanılıyor. Sadece bir vazo çiçek deyip geçmemek gerekiyor yani. yaparken durup düşünmek, karşısına geçip şöyle bir bakmak gerekiyor.




         Bu arada tüm Japonca konuşmalar, Türkçe bilen Japonlar tarafından çevriliyordu.


         Bu etkinlikte bir de uygulama kısmı vardı ki ben de o uygulayıcı 5 kişiden biriydim. Açıkçası Bayan Ehara’nın bize gösterdiği o muhteşem örneklerden sonra ben büyük bir beklentiye girmiştim ama sadece iki yaprak ve bir gül ile bir uygulama yaptık. Biraz hayal kırıklığına uğradım o yüzden. Yine de estetik açıdan güzeldi diyebilirim.

         

18 Ocak 2017 Çarşamba

Yazışal Şeyler

         
         Bir süredir biraz daha vaktim bol. Bu sebeple arada da olsa bir şeyler karalamaya çalışıyorum. Yazmaya çalıştığım bir kitap var mesela. Nedir, nasıl olur bilemiyorum ama yayınlanmasını istiyorum. Aynı zamanda da her gün düzenli yazmak ve içimdekilerden kurtulmak da istiyorum. Zaten benim için yazmak atmak demek. İçimden atmak.
         Aslında kendimi gaza getirip her gün yarım saat yazacağım diye bir cümle kurmuştum ama sor bana hiç yazdın mı diye. Tabii ki hayır. Oysa ortam müsait yani. Ama işte… Anla sen buradan ne kadar tembel olduğumu.

         İnşallah en yakın zamanda yazmaya başlayabilirim. 

17 Ocak 2017 Salı

Anlayamıyorum.

         


         Bu kadar nefret dolu oluşumuzu anlayamıyorum.
         “Bıdı bıdı olacakmış. Sanki olabilecek de…”
         Bu cümleyi duyduğumdan beri aklımdan çıkaramıyorum. Bu cümleyi söyletecek ne yapmış olabilirim. Bir hayalimin/hedefimin olması suç mu/yanlış mı? Biri hakkında böyle cümleler kurabilecek kadar ne yaşamış olabilirsin? Elinden neler alınmış ki başkasının başarısını kıskanıyorsun.
         Evet, istiyorum ve inanıyorum ki olacak. Çünkü üzerinde çalışmaya devam ediyorum.
         Ben öyle çok hırslı bir insan değilimdir. Hayatta her zaman hedeflerim, planlarım olmuştur ki böyle olmasını da seviyorum. Ama olmazsa illa o olacak diye kendimi paralamam. Ya da çokça tembel bir insan olduğumdan bazı hedeflere ulaşmam bazen uzun zamanımı alabilir. Olabilir. Bu benim. Yaşadığım da benim hayatım. Mesela bir sınavı geçemediğimde üzülürüm. Yaptığım hatalara, bu kadar hırssız bir insan oluşuma üzülürüm. Yapabilecekken tembelliğimden yapmıyor oluşuma üzülürüm. Ama yine de o hırs gelmez içime. Demek ki şu an onun zamanı değil derim çokça da.
         Amaa…
         Bir şey var ki işte o hırs yapıyor bende. O da bir başkasının konuşması. “Bıdı bıdı olacakmış. Sanki olabilecek de…” Bunu söyleyebilecek haddi kendinde bulabilmesi. İşte bu cümleyi duyduğum andan beri aradığım o hırs bende artık. Yalnız ben zaten o’yum. Sadece tasdiklenmesi gerekiyor.
         Böyle bir olayı daha önce de yaşamıştım. İsmi lazım değil bir vatandaş üniversite sınavına hazırlanmak için işimi bırakıp, dersaneye başladığımı görünce “Sanki kazanabileceksin de… bıdı bıdı…” diye bir cümle kurmuştu. Canımı çok yakmıştı bu cümle. Hayallerimin peşinden gitmek istemem suç mu diye düşünmüştüm yine. Şükürler olsun okudum da üniversiteyi.
         İşte o gün o cümleyi de duyunca içim acıdı, canım yandı. Neden, dedim. Zor muydu “İnşallah başarırsın.” demek. Neden illa küçümsemek.
         Anlayamıyorum.
         Yine bir şeylere hazırlanıyorum. Bir şeyler için çalışıyorum ve inanıyorum ki ben çalıştığım ve inandığım sürece yapamayacağım şey yok. Biliyorum ki olacak. Yeter ki inancım solmasın. Amin.


16 Ocak 2017 Pazartesi

Neutrogena Liquid Yüz Yıkama Jeli


         Merhabalar;
         Bugün yine bir yüz yıkama jeli ile buradayım. Bu ay içinde bir de Bioderma’nın yüz yıkama jelini yazmıştım. Ondan sonra en sevdiğim yüz yıkama jeli budur artık.
         En çok sevdiğim özelliği ise kokusuz olması. Koku beni bir üründe en rahatsız eden özellik. Bunda hiç öyle bir sorun yaşamıyorsunuz. Yapısı ne çok katı ne de çok sıvı. Bu özelliğini de çok seviyorum. Bence temizlemesi ve köpürmesi de yeterli.
         Bir süredir kullandığım ürünlerde sadeleşmeye çalışıyorum. Ben artık yüz yıkama jeli sorunumu oturttuğumu düşünüyorum. Benim için artık bu ürün on numaradır. Eğer biraz daha dermakozmetik bir ürün istersem Bioderma kullanacağım. Dönüşümlü kullanırsam etkisini kaybetmezler diye düşünüyorum.

         Siz bu ürünü kullandınız mı? Kullandıysanız memnun kaldınız mı?

15 Ocak 2017 Pazar

Bu aralar

         


         Merhabalar;
         Bu aralar ben bolca kitap okuyorum. Bir süredir, uzun zaman önce başlayıp da yarım bıraktığım kitaplardan okuyordum ama dün Zamanın Kısa Tarihi’ne başladım. Kitap yazılarımı şuradan okuyabilirsiniz bu arada.
         Kitaplar haricinde Japonca çalışıyorum. En azından çalışmaya çalışıyorum. Arada da küçük İngilizce metinler okuyorum telefonumdan.

         Bunlar haricinde pek bir şey yapmıyorum sanırım. İçimden de bir şey yapmak gelmiyor sanki. Biliyorum geçecek ama geçinceye kadar bir şey yapmayı düşünmüyorum pek. Ülkemizin içinde bulunduğu saçma durumdan bir an önce kurtulalım istiyorum. Dileğim üzerimize bile isteye serptiğiz ölü toprağını silkelemek ve bir an önce uyanmak. Yoksa mutsuzluktan ölüp gideceğiz hepimiz.

14 Ocak 2017 Cumartesi

Yaralarını tamir etmesi gereken yine kendisidir kişinin.

         


         Nereden buluyoruz kendimizde birinin hayatını yönetme hakkını?
         Onun sevgilisi olunca sahibi de olmuyoruz ki! Neden hemen yönetmeye başlıyoruz? Sanki onun hayatına girmeden önce, onun bir hayatı yokmuş gibi düşünmeye başlayıp hayatındaki tüm insanları silmesini bekliyoruz her bir sosyal paylaşım platformundan. Neden? Neden bu güvensizlik! Sanki adam durdu durdu sen hayatına girince çevresindeki tüm kadınlar/adamlar potansiyel sevgili adayı oldu.
         Yapma canım kardeşim.
         Sen de tüm bunlara izin verme canım ciğerim. Sonuçta sen bir bireysin. Ondan önce de bir hayatın vardı; tüm görüştüğün o insanlar, sevdiklerin, bir şeyler paylaştıkların. Sırf şimdi hayatında o var diye neden silip atıyorsun her şeyi. Hep yanında mı olacak sanki? İnşallah olur tabii de ya olmazsa?! Arkadaşlarını da sildin, ne yapacaksın şimdi?! Kim kalacak yanına. Sırf onun güvensizlikleri var diye sen niye harcıyorsun hayatını?
         Yaralarını tamir etmesi gereken yine kendisidir kişinin. Sen ne yaparsan yap, istersen ağzınla kuş tut; o yine bildiği yoldan ilerlemeye, seni kendi kafasında kurduğuna göre şekillendirmeye devam edecek nasılsa. Kendisini tamir etmediği, sevmediği sürece acısını hep senden çıkaracak. Seni üzecek.
         Yapma canım kardeşim.

         

13 Ocak 2017 Cuma

Jeolousy Incarnate

         


         Merhabalar;
         Ne zamandır Kore dizisi yazmıyordum. Bu diziyi bitireli çok zaman oldu ama yine de yazayım dedim.


         Açıkçası konusunu okuyunca çok ilgimi çekmemişti ama sevdiğim oyuncular başrolde diye izlemeye başladım ve sonuç: sevdim. :)
         Kong Hyo Jin, Pyo Na Ri rolünde. Bir kanalda hava durumu sunucusu olarak çalışıyor ama haber spikeri olmak istiyor.
         Cho Jung Seok ise Lee Hwa Shin rolünde. Pyo Na Ri ile aynı kanalda çalışıyor ama o ailevi sebeplerden başka bir yerde çalışıyor. Sonra dönme kararı alıyor. Bir de bu adam her rolünde mi karizma olur. :)


         Pyo Na Ri ile Lee Hwa Shin arasında sürekli bir kaçma kovalama olayı var. Bir de ikinci oğlan var ama ben onu hiç sevmiyorum. İkisini birbirine bağlayan bir de meme kanseri olayı var ki bence dizinin mesajı açısından çok iyiydi. Hatta ilk defa böyle sağlık konusunda sosyal mesajı olan diziye denk geldim.
         Komik sahneleri de boldu bence.







         Tavsiye ederim.

12 Ocak 2017 Perşembe

Living On One Dollar

         


         Merhabalar;
         Bugün sizlere Ekim sonlarına doğru izlediğim bir filmden bahsetmek istiyorum. Aslında buna deneysel belgesel film falan da denilebilir bence. Yani ben öyle demeyi tercih ediyorum. :)
         Filmin konusu şöyle: 4 arkadaş Guetemala’da 2 ay boyunca günde 1 Dolar ile yaşamlarını sürdürmeye çalışıyorlar. 2 ay boyunca yaşadıkları deneyimleri de filme alıyorlar. Tüm bu süre boyunca açlık, parazitler gibi çeşitli zorluklarla baş etmek zorunda kalıyorlar. 60 gün boyunca geçirdikleri değişimi de fotoğraflıyorlar.
         Guetemala’ya gittikten sonra orada yaşayan insanların hayatlarından da kesitler sunuyorlar ve onlar gibi bahçelerine de turp ekiyorlar. Ben bu kısımları da çok sevmiştim. Onların dilini öğrenirken kendileri de onlara dillerini öğretiyorlar. Filmde hayallerini gerçekleştirmek isteyen yerlilerden de bahsediliyor.


         İnsanı, neden bu kadar çok tüketiyoruz? Dünyada ne kötü şartlar altında yaşamaya çalışan insanlar varken bizim bu hiçbir şeyi beğenmeme huyumuz nedir böyle dedirtiyor insana. İnsan, insan olmaktan utanıyor.
         Güzel, düşündürücü bir filmdi.

         Hala benim gibi izlemeyenler varsa izlemenizi tavsiye ederim.

11 Ocak 2017 Çarşamba

Neden Almamaya Karar Verdim?

         


         Merhabalar;
         Sanırım 2012 sonlarında 2013 İzmir Kitap Fuarı’na kadar kitap almayacağım diye bir karar almıştım. O yıl benim için çok zor olmuştu ama az bir zararla fuara kadar beklemiştim. Fuarda oldukça çok kitap aldığımı hatırlıyorum. Daha sonr bu duruma alıştım ve kitap almayı azalttım diyebilirim. Zaten şu an bile kitaplığımda 150 tane okunmamış kitap var ki bunlar sadece İzmir’de bulunanlar. Almasam da olur yani.
         Kitaptan sonra bunu makyaj malzemeleri için de yapmaya başladım. Youtube’den bir sürü kişiyi takip ediyordum ve onlarda gördükçe benim de canım istiyordu. Hepsini almıyordum ama artık benim için çok denilebilecek kadar çok makyaj malzemem var bence. Onları da almayı bıraktım. Zaten nerdeyse 3 ayda bir falan makyaj yapıyorum. Ne gerek var ki.
         Cilt bakımı konusunda artık düzenimi oturttuğumu düşünüyorum. Şu an elimdeki ürünleri bitirmeye çalışıyorum (çok değiller) ama sonra yeniden o düzenime geri döneceğim.
         Kıyafet konusunda da almamaya karar verdim. Genelde ihtiyaç doğrultusunda alışveriş yapıyorum zaten.
         Benim için en büyük giderler bunlardı ve biraz düzene soktuğumu düşünüyorum. Bu arada son zamanlarda çok popüler olan minimalizm konusu çok ilgimi çekse de ben hayatımın her alanına uygulayabileceğimi düşünmüyorum. Bir kere benim ruhum koleksiyoner. Tabii doğru değil eşyalara çok bağlanmak ama ben seviyorum, kendimi iyi hissediyorum. Genelde bu sadeleşme yoluna giren insanlar beslenme konusunda da sadeleşmeye gidiyorlar. Saygı duyuyorum tüm vejeteryan ya da veganlara ya da onları savunanlara. Hatta tarif videoları falan çok hoşuma gidiyor. Arada da deniyorum. Yine de ben öyle olabileceğimi sanmıyorum. Zaten çok fazla et tüketebilen biri değilim. Özellikle kırmızı et yiyince kendimi hastalanmış gibi hissediyorum sanki tansiyonum yükseliyor gibi. O yüzden olabildiğince az tüketiyorum.

         Almama konusunda yanlış anlaşılmak istemem. Almıyorum demek ihtiyacım olan haricinde bir şey almıyorum demek. Zaten kitaplığımda bir sürü kitap var, bir sürü farım, rujum var, dolapta bir sürü kıyafet var, kimse çıplak gezmiyor zaten. Neden daha fazlasına para harcayalım ki! Şu zamanda sürekli tüketiyoruz zaten. Bir şey üretemiyor olmak beni çok sinir ediyor. Bari daha fazla tüketmeyelim diye düşünüyorum. 

10 Ocak 2017 Salı

Dove Saç Dökülmesine Karşı Şampuan

        


         Merhabalar;
         Size bir süredir çok severek kullandığım bir şampuandan bahsedeceğim bugün. Dove’un saç dökülmesine karşı şampuanı.
         Açıkça söylemek gerekirse bir süredir saç dökülmesi problemim var ama ben buna şampuanların pek etki edeceğini düşünmüyorum. Bazı şampuanlar olumsuz bir etki yaratsa da olumlu etki yaratana rastlamadım ben henüz.


         Saç dökülmesini geçecek olursak; kokusu ve temizlemesi güzeldi. Nemlendirme konusunda bir şey diyemeyeceğim çünkü saçlarımın çok neme ihtiyacı olduğunu düşünmüyorum.
         Çok fazla beklentiniz olmadan kullanabileceğiniz güzel bir şampuan diyelim.
         Siz bu ürünü denediniz mi? Denediyseniz memnun kaldınız mı?