28 Şubat 2017 Salı

Filmler

        
         Bu aralar pek bir film izleyesim var. Çoğu zaman yabancı dilde bir şeyler izlerim ben kulağım alışsın, iki kalıp duyayım diye. Ama bu kez canım Türkçe bir şeyler izlemek istedi. Hepsini Youtube’dan açıp izledim. Orada her şey var. Benim için sakıncası yok.


         İlk film Pamuk Prens. Normalde Tamer Karadağlı’yı sevmem. Ama gerçekten sevmiyorum adamı. Sinir bozucu bence. Oyunculuğuna bir şey diyemem ama beğenmiyorum da ama işte. Kendimle çelişerek belki güzeldir diye düşünüp açtım. Hem ismi de Pamuk Prens’ti. Masalımsı bir şeyler bekledim galiba. Ama tam bir fiyaskoydu. Vasattı. Vakit kaybıydı.


         İkinci film Kedi Özledi. Afişinde İlker Ayrık’ı gördüm, hah dedim, kesin komikli bir şeydir. Çünkü kendisini başka türde oynarken hiç görmedim daha önce. Valla açık konuşmak gerekirse Pamuk Prens’e göre çok daha güzel bir filmdi. Kısmet ve Kadir ismindeki çiftimiz var, on yıldır birlikteler. Araya aldatmacalı bir şeyler giriyor ve bir ayrılık yaşıyorlar. Kediyi de özlemlerine bahane ediyorlar falan. Konusu çok basit ama hastayken baygın bir şekilde kafa yormayacak bir film arıyordum ben de tam. Üstüne geldi. Severek izledim o an.


         Üçücü film de Tamam Mıyız? Afişinde Çağan Irmak yazıyordu, ben de güzeldir diye açtım ve izlediğim bu üç film arasında en iyisi buydu bence. Biraz duygusaldı bana göre. Filmde Aras Bulut İynemli var. Şimdinin yeni gençleri kendisine bayılıyorlar ya benim ilk kez tam performans olarak izleyişimdi. Bir tane tutunamayan heykeltıraş Temmuz adında bir arkadaş ile doğuştan engelli olarak dünyaya gelmiş İhsan arasındaki arkadaşlığı, nasıl birbirlerine tutunduklarını falan konu ediniyor. Dediğim gibi en beğendiğim bu oldu.
         Hastalıktan da kendimden de sıkıldım ama baya da film izledim. Bir sonraki yazımda da diğer dillerde izlediklerimi yazarım.
         Şimdi çelınçtan devam edelim.
         11- Karşı cins karşısında en çok utandığın an?

         Ya bu soruyu düşünüyorum düşünüyorum ama bir şey bulamıyorum bir türlü. Bilemedim. Utanmıyorum galiba ben. 

27 Şubat 2017 Pazartesi

En Sevdiğim ve En Sevmediğim Özelliğim

         
         10- En sevdiğin ve en sevmediğin özelliğin?
         En sevdiğim özelliğim aynı anda bir çok şey düşünebilmek. Bu çoğu zaman çok işime yarar çünkü.

         En sevmediğim özelliğim ise yine aynı anda bir çok şey düşünebilmek. Çünkü bazen bu beni öyle çok yoruyor ki kendimle başa çıkamıyorum. Üstelik karşımdaki bunu çoğu zaman anlamıyor. Zaten yeni tanıştığım insanlara pek belli etmemeye çalışıyorum ama yakınlarım ya da Ali çoğu zaman çok zorlanıyor. Ama en çok da ben tabii ki. Bazen o kadar çok düşünüyor ki beynim uyumak bile eziyet oluyor. Uyurken bile çalışmaya devam ediyor ve ben hiç dinlenemeden sabaha uyanıyorum. Zaten uyumayı sevmiyorum, vücut dinlenmek istemese hiç uyumayacağım. Bir de üstüne beyin susmayınca tam bir eziyet oluyor benim için. 

26 Şubat 2017 Pazar

Çocukken En Çok Korktuğum Şey


9- Çocukken en çok korktuğun şey
Bunu daha önce de yazmış olmam lazım bloga. En çok Ramazan davulcusundan korkardım. Hala da ondan korkuyorum aslında. Komik biliyorum, hatta korkulacak bir şey de yok ama nedenini bulup çözemiyorum bu korkumu.

Aslında tabii ki adamdan korkmuyorum. Ama ben üniversiteye başlayıncaya kadar bizim sokaklar hep toprak yoldu ve ramazanlar genelde kışa denk gelirdi eskiden. O davulcu ağır ağır yürüyor ya sokaklarda, ayak seslerini duyardım toprak yolda. İşte o ses davulun sesiyle birleşince beni çok ürkütüyor. Hala da öyle. Nedenini bilemiyorum. 

25 Şubat 2017 Cumartesi

En Büyük Çılgınlığım

        
         8- En büyük çılgınlığın?
         Öyle çok çılgın bir hayatım olduğunu düşünmüyorum. İşimde gücümde, kendi halimde bir insanım aslında. Bir tane çılgınlık diyebileceğim şey yaşadım sanırım.
         Liseden mezun olduktan bir gün sonra bir matbaada çalışmaya başladım. Üniversite tercih zamanında da çeşitli sebepler yüzünden açıköğretim yazdım: İşletme. Bir buçuk yıl kadar çalıştıktan sonra –ki kararım hem çalışıp hem de yeniden sınava hazırlanmaktı- baktım ne sınava hazırlanabiliyorum ne de o anki yaşadığım hayattan memnunum. İşten ayrılıp bir dershaneye yazıldım. O bir yılın sonunda da üniversitemi kazandım. Dananın kuyruğu da orada koptu zaten. Bir kere babam gül gibi (!) işimi bırakıp bir de dershaneye yazıldığım için sinirliydi, ben bir de üzerine kalkıp üniversiteyi kazanmıştım. Başında baya kavga ettik. “Ben seni göndermem.” dedi. Ben de “Ben, sen istesen de istemesen de gideceğim, benim param var.” dedim. Elimdeki para da bin lira falan. Hangi akla hizmet dedim bilmiyorum o an. Babam tabii ki “Ne halin varsa gör!” dedi.
         Gördüm. Pişman değilim. Eğer o zaman babama rest çekip o üniversiteye kayıt yaptırmaya gitmeseydim ve şu an çok sevdiğim o bölümü okumasaydım bugünkü Elif olamazdım. Belki başkalarına göre çılgınlık falan sayılmaz ama benim için çok büyük bir adımdı. Hem Elif olabilmek için, hem babamı yenebilmem için, hem de kendi kanatlarımla uçabilmem için.
         Tabii atlayarak yazdım çokça. Mesela iki yıl kadar konuşmadı babam benimle. Telefonda hiç konuşmuyordu, eve gelip gittikçe de eh işte… Zordu, ama kırdım o zinciri. Şimdi?

         Şimdi iyiyiz. 

24 Şubat 2017 Cuma

En Saçma Zevkim

         
         Selamlar.
         Bu kez çelınç benim için biraz zor ilerliyor. Hala hastalığı atlatamadım diye sanırım. Zorlanıyorum biraz yazmakta. Halbuki yazmam gereken çok önemli bir yazı da var. Napalım, ağır aksak yazacağız, başladık bir kere.
         7- En saçma zevkin?

         En saçma zevkim sanırım kitaplığımın karşısına geçip kitaplarımı seyretmek. Kitap konusunda hiç plan yapamıyorum ben. Hani bazıları okuma planı yapar ya, hah, işte o bende pek işlemiyor. Bir iki kere planladım ama ya o planın dışına çıktım ya da planladığım ilk kitapta takılıp kaldım. O yüzden ara ara kitaplığımı seyrederim. Hangi kitap beni çağırırsa ona giderim.

23 Şubat 2017 Perşembe

My Love Story

         


         Hastayken hiçbir şey yapacak halim olmuyor ve yarı baygın bir şekilde oturuyorum. Yarı uyuklayarak bir şeyler izlemek de iyi geliyor sanki. Bu aralar da Japonca filmler izlemek istiyorum. O yüzden rastgele bir film açıp izlemeye başladım.
         Filmin ismi My Love Story. Başrolde Takeo Goda adlı oğlanımız ve Rinko Yamato isimli kızımız var. Bir de Takeo’nun en yakın arkadaşı Makato Sunakawa var.
         Takeo Goda, iri yarı, goril gibi bir oğlan. Hep yardım ettiği için erkekler ona bayılsa da kızlar görüntüsünden dolayı korkuyorlar. Zaten konuşması da gorilimsivari.
         Makato Sunakawa da yakışıklı oğlumuz ve tüm kızlar ona aşık. Takeo da Sunakawa’nın yanında hep ikinci planda kalmaya alışmış ve en yakın arkadaşı olduğu için sesini çıkarmıyor bu ilgiye ve arkada kalmışlığa.
         Bir gün Takeo, kızımıza bir yardımda bulunuyor ve böylece olaylar başlıyor. Kız buna aşık oluyor ama bu yine yanlış anlayıp Sunakawa’dan hoşlandığını düşünüyor ve kızı hep Sunakawa’ya itiyor. Sonra tabii işler düzeliyor.
         Bana göre neredeyse vasat bir kitaptı. O kadar çok hasta olmasam muhtemelen izlemezdim ama hem kendimi oyalamak hem de kulağım biraz Japonca bir şeyler duysun diye izledim doğrusu.
         Bu arada bu Japonların mimiksizliği beni öldürecek bir gün. Niye böyleler hiç anlamıyorum doğrusu. Ya da çok saçma bir olaya çok saçma tepkiler veriyor olmaları. Sırf Japonca duyayım diye izledim.
         Film ile ilgili aklımda kalanlar; Takeo’nun o aşırı kalın kaşları, goril gibi sesler çıkarışı ve bir de sürekli sukida (seviyorum) diye bağırışı. :)

         Gelelim şalanja.
         6- Hastası olduğun bakkal ürünü nedir?
         Eti Cin, Eti Puf, Cino çikolatalar

         Bir de küçükken yediğim, bizim sokaktaki bakkalda satılan bir çikolata vardı. Kırmızı ambalajı vardı ve tadına bayılıyordum. Ama adını bilmiyorum. Nasıl çikolata yersem yiyeyim aynı tadı alamıyorum ve bulamıyorum onu.

22 Şubat 2017 Çarşamba

Gereksiz Yetenekler

         
         Beşinci günün sorusuna geldi sıra.
5- Gereksiz bir yeteneğin var mı?
Olmaz mı diyeceğim. Bana göre gereksiz Ali’ye göre müthiş yetenekler bunlar.
İlki aynı anda bir çok şey düşünme. Ali, buna hala tam olarak alışamamış olsa da yine de olağanüstü bir şeymiş gibi bahsediyor hep. Bana göre çok gereksiz hatta yorucu bir eylem bu. Bir kere beyninizin içindeki düşünceler daldan dala atlarken siz bir yandan onu karşınızdakine anlatmaya çalışıp bir yandan da onun sizi anlayıp karşılık vermesini bekliyorsunuz. Çok yakın arkadaşlarım artık bu durumu pek önemsemeseler de Ali fazla ciddiye alıyor. :) Ama dediğim bana göre hem çok gereksiz hem de çok yorucu.
İkincisi algıyı kapatma. Ben yine bunun çok gerekli olduğunu düşünmüyorum ama Ali buna bayılıyor, yine. :) Çünkü ben ilgimi çekmeyen, dinlemek istemediğim konularda duymuyorum resmen. Yani beynimin içinde bir şey oluyor, hop o sesler yok oluyor. Duymuyorum. Gerçi en çok iş yerinde işime yarıyor ama çok gerekli mi derseniz bence değil.
Üçüncüsü de dudak okuma. Normalde bakınca çok müthiş bir şeymiş gibi geliyor insana. Ama bu bana hep yoldayken oluyor. Metroda ya da otobüste hep insanları izlerim ben. Eh tabii birde insanlar konuşuyorlar. Sırf onları dinlememek için, o muhabbetlerin üçüncüsü olmamak için kulaklıksız binmiyorum hiçbir toplu taşıma aracına. Ama sadece kulaklık yetiyor mu, yetmiyor tabii ki. Bir de çok gerekliymiş gibi dudak okuyorum ben, kulağım duymasa ne olacak. Bu da beni rahatsız ediyor. Kendime kızıyorum ne diye beynini tüm o gereksiz bilgilerle dolduruyorsun diye. O yüzden hep bir şeyler okumaya çalışıyorum artık. Normalde beni araba tutar. Yıllarca on beş dakikalık yolculukta bile mahvoldum ben. Ama sırf bu sevmediğim -bence çok gereksiz- yeteneklerim sebebiyle toplu taşıma araçlarında kitap okumaya alıştırdım kendimi.

Eh bu kadar sanırım. Peh. Ben neymişim yahu! Gereksiz yeteneksizler şahanesi. :)

21 Şubat 2017 Salı

Çocukluk Kahramanı

        
         Hastalık hala beni hırpalasa da yıkılmadım, ayaktayım. Dördüncü günde dördüncü soruyla devam ediyoruz.
         4- Çocukluk kahramanın kimdir?
         Çok küçükken Susam Sokağı’ndaki Edi ile Büdü’ye ve Kurabiye Canavarına bayılırdım.
         Heidi’yi çok severdim. Tüm kitaplarını okudum sonra yıllarca. Heidi’nin yaşadığı yerleri bizim köye benzetirdim bir de küçükken. Çok severim hala öyle yerleri, ulu ağaçları.
         Son olarak da Teyzemin kızını yazayım. Kendisine bayılırdım küçükken. Aramızda 10 yaş olmasına rağmen o zamanlarda da şimdilerde de aramızdaki bağ hiç kopmadı gerçi. Ben tabii o zamanlar küçüğüm, okula falan da gitmiyorum galiba; o böyle bir gelir. Allah’ım bana nasıl havalı gelirdi. Esmer ve kıvırcık saçlıdır kendisi. Bir de o zamanlar çok güzel makyajlar yapardı. Lila renk ruj modaydı galiba. Onu hatırlıyorum. Çok yakışırdı ona. Ben de saçımı hep onun gibi kıvırcık olsun istemişimdir ama inadına pırasa gibi düzdür. :)
         Bir de tüm turist rehberlerinin ve benim gibi rehber adaylarının Dünya Rehberler Günü’nü kutluyorum. Aynı zamanda bugün Dünya Anadil Günü de. Türkçemizi daha güzel kullanabilmek dileğiyle. 

20 Şubat 2017 Pazartesi

Şalanj 3

         
         Ay üşendim de üşendim bugün yazmaya. Halbuki bir de kitap bitirdim az önce. Kitap bloguma da onun yorumunu yazmam lazım. Duş almam, bulaşık yıkamam, bir şeyler yemem de lazım. Lazım da lazım ama hala keyfim yok. Boğaz ağrısı epey azaldı, az acıyor yutkunurken ama bu kez de öksürük başladı. Ciğerlerim sökülecek sanki. Geçse de kurtulsam.
         3- Yedi yaş pantolonunu bulsak cebinden ne çıkardı?
         Bu soruyu birkaç gündür düşünüyorum. Eskiden beri cebimde bir şey olması beni rahatsız eder. Ama illa birkaç şey de olur. Bir kere bez mendil olurdu. O zamanlar –daha okula gitmiyorken bile- hep yanımda taşırdım. Güzel bir alışkanlık bence. Ne olur ne olmaz. Zaten okula başladıktan sonra tırnak kontrolü olurdu. Bezin üzerine ellerimizi koyar gösterirdik öğretmene.
         Küçüklüğümden beri renkli iplere, incik boncuklara hayranım. Görüntüleri bile içimi ısıtmaya yetiyor. Kesin cebimden küçük bir yumak ya da bir yerden bulduğum değişik bir boncuk falan çıkardı.


         Şıpsevdi sakızlarını çok severdim küçükken. Şimdilerde hem sakız çiğnemekten hoşlanmıyorum hem de artık şeker kullanmadığımdan şıpsevdiler çok şekerli geliyor ama o zamanlar bayılırdım. İçinden çıkan Love is… kağıtlarından ise koleksiyonum vardı. Hatta arkadaşlarla birbirimizde olmayanları değiştirirdik. :)

         Bu kadar sanırım. Bu soruyu kardeşime sorsanız o çok farklı şeyler sayardı muhtemelen ama ben ceplerimin dolu olmasından pek hoşlanmazdım.

19 Şubat 2017 Pazar

Siz Bu Yazıyı Okurken...

         
         Siz bu yazıyı okurken ben çok uzaklarda olacağım. Şaka şaka, Karşıyaka’da olacağım. Japonca kursumda yani. Bir haftadır geçmek bilmeyen bir hastalıkla boğuşuyorum. Pazar günü kurstan döndüğümde birden bire vücudum ağrımaya başladı. Hemen bir takviye alsam da pazartesiye şiş bir boğazla ve müthiş bir vücut ağrısıyla başladım. Bademciklerim şişmiş ve üstüne boğaz iltihabına dönüşmüştü. Çok uzun zamandır bu kadar kötü olmamıştı boğazım. Epey süründürdü beni, itiraf ediyorum. Ama Ali sağolsun, akşamları içirdiği adaçayları ve sıcak su-limon-ballı karışımı sayesinde şu an çok daha iyiyim. Sesim hala pek çıkmıyor ama en azından yutkunabiliyorum.
         Tadım tuzum olmadığından bir haftadır kitap da okuyamıyorum. En çok bu canımı sıkıyor işte. Neyse olan oldu artık. Şu andan itibaren kendimi iyileşmiş sayıyorum.
         Çok konuştum. Gelelim çelıncın ikinci sorusuna.
         2- Çocukluk eğlencen neydi?
         Valla ben çocukken bizim oralar hep boş arsaydı. Balıkesir Merkez’de oturmamıza rağmen bizim mahalle biraz dışta kalırdı ve yapılaşma yeniydi. O yüzden de Balıkesirliler orayı Dağınık Evler diye bilir hatta. İşte benim çocukluğum o boş arsalarda oynayarak geçti. Oyun oynayacak alanımız çoktu yani bizim. Bir de benim yaşıtım çok arkadaşım vardı. Sonra onlarla ilkokul ve ortaokul arkadaşı da oldum hatta. Hala da görüşüyorum ya o da ayrı bir güzellik. :) Çok daha küçükken grup halinde oynanabilecek ne oyun varsa oynardık; saklambaç, yakan top, ortada sıçan, (bu ikisi aynı oyun muydu, hatırlayamadım şimdi)… Biraz daha büyüdükten sonra evlerin dışındaki merdivenlerine oturur sohbet ederdik; okullar açıksa hafta sonları, yazları ise geceleri…
         Bir de ben yine küçükken yağmur yağdıktan sonra çıkan sümüklüböcek ve solucanları sayardım. :D Her seferinde değişik bir çiçek çıkmış mı diye bakıp onlara isim uydururdum bir de.
         Bir başka eğlencem ise babamın patronunun benim için yolladığı defterlerdi. Babam okula giderken kullanırsın diye verirdi o defterleri bana. Bense hep içine resim çizerdim. :)
         Aaa… Az kalsın unutuyordum. Perşembe günleri benim de okuduğum Mehmet Akif Ersoy İlköğretim Okulu’nun önünden başlayan pazara giderdik annemle. Bana hep fasülye şeker alırdı. En büyük eğlencelerimden biri Perşembe pazarlarını beklemekti. Bu ben okula başlayıncaya kadar sürdü sanırım. Çünkü sonraki yıllarda fasülye şeker yediğimi hatırlamıyorum. Keşke yine bulsam.
         Kışın komşularımız oturmaya gelirdi ve kışları da sık sık elektrik kesilirdi. Gelen komşunun çocuğu varsa onunla ellerimizle şekiller yapıp gölgeleriyle eğlenirdik.
         Annem patlamış mısır patladığında her birini bir hayvana benzetirdim. Bu tavşan, bu ördek falan…

         Şimdilik aklıma gelenler bunlar oldu. Düşünsem daha çok çıkar da yoruldum biraz. Gideyim uzanayım. 

18 Şubat 2017 Cumartesi

Let's Start The Celınc


Merhabalar;
Çelınca başlıyorum bugün ben de.
1-   Nasıl bir apartmanda büyüdün?
Apartmanda büyümedim ben. Müstakil bir ev bizimkisi. Şimdilerde üç katlı olsa da ben ilkokula başlayıncaya kadar tek kattı. Tek kat iken de üç katlı iken de sadece biz vardık evde. Önünde ve arkasında bahçesi var. Arka bahçeye mutfaktaki balkon kapısından çıkılıyor. Balkonun bir tarafından bahçeye doğru merdiven iniyor iki basamak. Öndeki bahçede iki tane erik ağacı vardı uzun yıllar. Dedemden (babamın babası) ağaç aşılamayı öğrendim ben burada. Bir de asmamız vardı. Fidanını babamın bir arkadaşı Bulgaristan’dan getirmiş. Ben üniversiteye başladıktan sonra babam erik ağaçlarından birini kesmiş hastalık geldi diye.
Ön bahçede birde fırın var, taş fırın. Bizim oralarda pek yaygındır. Dedem yapmıştı o fırını. Annemin babası.8. Sınıfa gidiyordum. Sonra o yıl felç geçirdi zaten. Hatırladığım o son görüntüleri o fırınla ilgilidir.
Arka bahçede ise pek bir şey yetişmedi yıllarca. Ama bizim şöyle bir huyumuz var nedense. Kim alıştırdı onu da bilmiyorum. Yediğimiz meyve çekirdeği olsun zeytin çekirdeği olsun hep bahçeye atarız. Ben hala biraz toprak görsem atarım. Hatta böyle bir proje de başlatılmıştı bir ara. İşte bizim zeytin çekirdeklerinden bir zeytin, bir de şeftali büyüdü sonraları o bahçede. Aşıladı da babam yedik hep.
Arka komşumuzla bahçelerimiz bitişik. Eskiden tavuk kümesi falan vardı ama Allah’tan artık yok, koku yapıyor çünkü. Benim çok sevdiğim bir ceviz ağaçları bir de akasya ağacı vardı. Bizim balkonun merdivenlerine oturup, ellerimde domates, peynir ve ekmekle az mı hayaller kurdum o ağaçlara bakıp.
Evimiz daha tek katlıyken annem tarhanayı falan evin üstünde yapardı, hatta yer müsait diye komşular da kendi tarhanalarını falan yaparlardı. Ne güzel günlerdi. Hep birlikte çalışılır, sonra yine hep birlikte yemek yenirdi. Hiç unutmuyorum bir keresinde komşumuza tarhana yapılıyor. Bunların da torunu var. Başka bir ilden mi ne gelmişler. Kız bizden büyük. Kardeşi de benden küçüktü. Ama kız ne sosyetik o zamanlar. Bir de ergenliğe falan girmişti sanırım. Makyaj da yapıyordu. Bunun küçük kardeşi al sen bunun rujunu sıva tüm yüzüne. Bir geldi, tüm yüzü pespembe. Kız ne çok ağlamıştı rujumu mahvetti diye. Emel’di sanırım adı. :)

Annem o eve gelin gelmiş. Babamsa askerlikten döndükten sonra bir tanıdığıyla birlikte bir süre yaşamış. Ben ise 20 yaşında üniversite diye çıktım o evden. Annemler hala o evde oturuyorlar. Yaşım 27 oldu yıl değişince. :) Annemler evleneli 28 yıl olmuş. 28 yıllık evimiz. :) Nicelerine inşallah. 

17 Şubat 2017 Cuma

Filmler

         
         Dün yarı baygın bir şekilde koltukta uzanırken iki film izledim. Boğaz iltihabım var. Şiş boğazım ve yutkunamıyorum bile. Aslında yutkunmasan hiçbir sorun da kalmayacak ya, neyse geçer inşallah…
         Filmleri kitap da okuyamıyorum bari film izleyeyim diye google film yazdım, ilk çıkan siteden afişini beğendiğim filme tıklayıp da izledim.


         İlki Grace Unplugged diye bir film. İçinde müzik olan ya konusu müzik olan filmleri seviyorum. Bu da onlardan biriydi. Kızımız Grace, pop şarkıcısı olmak istiyor fakat eskiden rock yıldızı olan babası uyuşturucu da dahil yaşamadığı şey kalmadığından şimdilerde papaz olarak hayatını sürdürüyor, kızına bir türlü izin vermiyor tabii. İçindeki tanrı inancını kaybetmesini istemiyor, kendi yaşadıklarını yaşamasını istemiyor vs. Ama bilirsiniz ki biz gençler deneye yanıla öğrenmeyi tercih ederiz. Grace bir yolunu bulup evden ayrılıyor ve hayalini kurduğu o büyülü yaşama adımını atıyor. Değerleri ve dayatılanlar arasında kalıyor çoğunlukla. 18 yaşında bir körpe daha hem.
         Film için öyle çok müthişti diyemem ama kötü de değildi bana göre. Sonu güzeldi.

         Diğer film ise Bridget Jones’sun Bebeği. Ne zamandı aklımdaydı izlemek. Afişini görünce tıklayıverdim. Ama biraz hüzünlendim doğrusu. Bridget yaşlanmış artık. Filmde 43 yaşında olarak görüyoruz. Şu avukat da çok yaşlanmış ama hala aynı. Telefonu hiç susmuyor. Ünlü çapkın diğer adam ölmüş. Onun yerine Jack var. Amerikalı. Gayet de sevimliydi bence. Bridget kısa aralıklarla bu iki adamla da birlikte olduktan sonra hamile kalıyor ve bebeğin kimden olduğunu bilemiyor. Konusu bu. Yani… Şimdi eski Bridget Jones filmleri kadar tat vermedi bana ama sanki bir devrin kapanışı gibi hüzünlendim. Güzelim Bridget yaşlanmış, hey gidi Bridget hey…

         Öyle işte… Hayat hastayken çok sıkıcı. Geçmek bilmiyor meret. Ben daha geçen haftalarda hastaydım ya. Niye yine hasta oldum? Gerçi Balıkesir’in soğuğunu yiyince normal ama olmasaydım, of…

16 Şubat 2017 Perşembe

Yeni Çelınc

         
         Merhabalar;
Benim gündemimde yine hastalık var. Mide bulantım ise geçmiyor grip olduğumda. Ihlamur ile adaçayı arasında geçiyor hayatım.
Yeni bir çelınc varmış. Baktım soruları güzel. Niyet ettim ben de başlamaya. Cumartesi başlayacaklarmış. Ben de başların inşallah bir sorun çıkmazsa.

Soruları bırakıyorum aşağıya. 


15 Şubat 2017 Çarşamba

Ocak Ayında Okuduklarım


Merhabalar;
Ocak ayında okuduğum kitapları yazmaya karar verdim. Aslında kitap blogumda tek tek yorumlarını giriyorum ama burada da toplu bir şekilde olsun dedim. İki tanesi e-kitap olmak üzere 9 kitap okudum ocak ayında. Kitap isimlerini tıklayarak asıl yoruma gidebilirsiniz.
Tutunamayanlar: Aslında Aralık ayında başlayıp bir kenara atmıştım. Sonra Ocak başında devam edip bitirdim. Yani Ocakta kitabın yüzde 95’ini okudum diyebilirim. Bu arada bu kitaba üçüncü başlayışımdı.
Dünyada Bir Yer: Kafamın bir milyon olduğu bir zamanda başlamıştım bu kitaba ve yarım bırakmıştım. Yarım bıraktığım kitaplar listesinde de var hatta adı. O zaman sevmemiştim ama devam etmeye başlayınca bayıldım.   
Ay Olsun Aynam: Yine yarım bıraktığım hatta bir şey anlamadığım için yarım bıraktığım bir kitap daha. Yeniden okumaya başladığımda yine çok sevdiğim bir kitap oldu.
Ölüm Pornosu: Bu da yarım bıraktıklarım listesinden. Midemi bulandırdığı için yarım bırakmıştım ve artık hayatımdan çıksın, ayak bağım olmasın diye okuyup bitirdim. Sevmedim, sevemedim.
100 Soruda Sivil Toplum: Türkan Saylan ile yapılmış söyleşiden oluşan bir kitap bu. Herkes okumalı.
Yayazula: E-kitap olarak okuduğum çocuk kitabı bu. Her ay bir çocuk kitabı okuma kararı verdim. Çizimlerini ve dilini çok sevdim.
Çiçeklerin Şarkısı: Ciklet bir kitap arıyordum kafamı dağıtmak için. İsminden dolayı öyle olacağını düşünüp başladım ama baya severek okudum. İrlanda’da geçiyor kitabın büyük bir kısmı. Bunu daha da çok sevdim İrlandalı arkadaşlarım olduğundan.
Puslu Kıtalar Atlası: Bu kitaba ba-yıl-dım. Çizimler, dili muhteşemdi. Ali okuduğu bir serinin kitabını alacaktı. Kargo bedavaya gelsin diye başka kitaplar da alalım dedik. Ama ben kitap almadığım için (çok kitabım olduğundan) ikimizin ortak istediği bir şey olsun deyip bunu seçtik.
Felsefe-i Zenan: Yarısı Türkçe yarısı Osmanlıca olan bir kitaptı. Severek okudum. Kuşadası’nda Edebiyat Günleri diye bir etkinlik olmuştu. Bir nevi fuar gib bir şeydi. Bir sürü kitapevi bir hafta boyunca sahilde stand kurdular. Oradan almıştım. Kitapların fiyatları en fazla 4-5 tlydi.
9 kitapla Ocak ayını bitirmiştim. Darısı cüce Şubatın başına diyeceğim ama bu ay biraz yavaş gidiyor okumam.

Siz neler okudunuz, ortak kitaplarımız var mı?

14 Şubat 2017 Salı

Güncelleme

  
         Merhabalar;
         Şurada liste yapmıştım kitaplığımdaki okunmayı bekleyen kitaplardan. Geçen hafta Balıkesir’e gidince biraz daha kitap getirdim. Onları da listeye ekleyip listeyi güncellemiş olayım. Üzeri çizili olanlar okuyup bitirdiğim kitaplar.
         1-Mesnevi – Mevlana
         2- Barbaros Kardeşler – Jean Lovis Belachemi
         3- İsim Şehir Bitki – Yılmaz Özdil
         4- Ateşböceklerinin Mevsimi – Maeve Binchy
         5- Ölüme Boyun Eğmeyen Adam – Jack London
         6- Katre-i Aşk Şemsi Tebrizi
         7- Kimya Hatun – Saide Kuds
         8- Gençlerle Söyleşi – Mehmet Erdoğan
         9- Üçüncü Kadın – Alev Aksoy Croutuer
         10- Adam ve Oyun – Ali Ulvi Özdemir
         11- Felsefe-i Zenan – Ahmet Mithat Efendi
         12- Bir Mucizedir Yaşamak – Maupassant
         13- Mitlerin Kısa Tarihi – Karen Amstrong
         14- Deliduman – Emrah Serbes
         15- Suni Teneffüs – Ricardo Piglio
         16- İstanbullular – Buket Uzuner
         17- Ahlar Ağacı – Didem Madak
         18- Pulbiber Mahallesi – Didem Madak
         19- Zibilde Papatya Açtı – Remzi Çayır
         20- Güneşin Şarkısı – Eva de Vitray
         21- Yabancı Bir Gezegenden Tuhaf Hikayeler – Hermann Hesse
         22 - Kişilik Üzerine – Peter Goldie
         23 - Zarf – Haydar Ergülen
         24 - Keder Gibi Ödünç – Haydar Ergülen
         25 – Katran Bebek – Toni Marrison
         26 – Yazı Odasında Yolculuklar – Paul Auster
         27 – Küllerinden Doğan Ülke ve Mustafa Kemal Atatürk – Refik Baydur
         28 – Atatürk’ün Kurduğu Kurumlar – Sami Çelik
         29 – Atatürk’ü ve Cumhuriyeti Anlamak – Ali Güler
         30 – Kabil – Jose Saramago
         31 – Ses ve Öfke – Faulkner
         32 – Pesimisyon – Erdi Karadeniz
         33 – Kumarbaz – Dostoyovski
         34 – O Adam Babamdı – Altay Öktem
         35 – Derinliğine Kimse Sevgili Olmadı – Cezmi Ersöz
         36 – Safahat – Mehmet Akif Ersoy
         37 – Ecinniler – Dostoyevski
         38 – Asi Melekler – Danielle Trussoni
         39 – Alamut – Vladimir Bartol
         40 – Derdini Anlatamayanlar Ansiklopedisi – Haydar Ergülen
         41 – Hitit Yürüyüş Parkurları
         42 – Tüm Yönleriyle Süryaniler – Gabriyel Akyüz
         43 – Dijital Kale – Dan Brown
         44 – Kuru Gürültü – Shakespeare
         45 -  My Name is Red – Orhan Pamuk
         46 – En Büyük Adam
         47 -  Avrupa Kültürü – Umberto Eco
         48 – Mardin Güneş Ülkesi – Nükhet Everi
         49 – Arkeolojinin Delikanlısı Muhibbe Darga Kitabı
         50 – İlkçağ Gizem Tapıları – Walter Burkert
         51 – Tarih Tasarımı - R. G. Collingwood
         52 – Resimli Rehber
         53 – Dinden Sonra Dinsellik
         54 – Tanrıyla Raks Edenler – Kenan Cengiz Güler
         55 – Dört Hak Mezhep – Hüseyin Okur
         56 – Türk Mitolojisinden Masallar – Sacide Çobanoğlu
         57 – Klasik Tarihin Yanılgısı Mayalar – Reha Babacan
         58 – Hitit- Ali Narçın
         59 – Çorum Kızılırmak Havzası Gastronomi ve Yürüyüş Yolu
         60 – Bizans Tarihi I -
         61 - Bizans Tarihi II –
         62 – Anabasis – Ksenophon
         63 – Yeşilırmak –
         64 – The Guide to Iconography ın the Rock – Cut Churces
         65 – Bizans Metropolünde İlk Türk Köyü Kadıköy
         66 – Oksijenin Yurdu Ordu
         67 – Chora Museum
68 – Erdal Öz – Ayşe Sarısayın
69 – Çağdaşlaşma Yolunda  - Türkan Saylan
70- Türkan Saylan Yaratıcılığın Gücü – Zehra İpşiroğlu
71 – Cezmi – Namık Kemal
72 – Umrandan Uygarlığa – Cemil Meriç
73 – Zebrail- Alexandre Jardin
74 – Işığın Yansıdığı Yer – Cemal Arzu
         75 – Bir İmparatorluğun Yağması – İlhan Bardakçı
         76 – Işığın Gölgesi – Erhan Bener
         77 – Bit Palas – Elif Şafak
         78 – Yeşil Bir At Sırtında – Necati Cumalı
         79 – Eski Dostlar –Hıfzı Topuz
         80 – Yabancının Açıklaması – Jean Paul Sartre
         81 – Herkes Kendi Kitabının İçini Tanır –
         82 – Dışa Yansıyan İç Dünyamız  -
         83 – Yazım ve Yaşam – Tahsin Yücel
         84 – Dava – Kafka
         85 – Domaniç Dağlarının Yolcusu
         86 – Ehemmiyetsiz Bir Kadın
         87 – Teslanın Kutusu – Samantha Kunt
         88 – Sanat ve Edebiyatta Caniler – Enrico Ferri
         89 – Mezarsız Ölüler – Sartre
         90 – Bu Toprağın Kızları – (Osmanlıca)
         91 – İnsanın Kainattaki Yeri – Max Scheler
         92 – Ormandan Gelen Ses – Jack London
         93 – Kadın Nedir – Simone De Beauvoir
         94 – Ali – Küçük İskender
         95 – The Bell Jar – Sylvia Plath
         96 – Düşünme Sanatı – Jean Guition
         97 – Kimi Kısa Öyküler
         98 – Bulantı – Jean Paul Sartre
         99- How The Great Religions Began – Joseph Gaer
         100 – Animal Farm – George Orwell          
         101 – The Da Vinci Code – Dan Brown
         102 - Chinese Thought - H. G. Creel
         103 – Worldbreaker – Joseph Milton
         104 – The Tragedy of Macbeth – Shakespeare
         105 – Selected Short Stories – Maupassant
         106 – The Ancient Mythts – Norma Lorre Goodrich
         107 – The Teaching of the Compassionate Buddha
         108 – The Divine Comedy: Purgatory – Dante
         109 - The Divine Comedy: Paradise – Dante
         110 – Kutsal Sığınak – Faulkner
         111 - Saygılı Yosma – Sartre
         112 – Kaçak – Simenon
         113 – Boğaziçi Yalıları  - Abdülhak Şinasi Hisar
         114 – Geçmiş Zaman Köşkleri - Abdülhak Şinasi Hisar
         115 – Sürgün ve Krallık – Camus
         116 – Captains Courageus –Rudyard Kipling
         117 – Romeo and Juliet – Shakespeare
         118 – David Copperfield – Charles Dickens
         119 – Japon Kültür Tarihinin Satırbaşları – Yoshikazu Matsui
         120 – Eski Anadolu ve Ortadoğudan Şiirler – Talat S. Halman
         121 – Endemic Plants of Turkey
         122 – The Great Gatsby – F. Scott Fitzhgerald
         123 – Yabancının Açıklaması – Sartre
         124 – Sabahattin Ali Bütün Eserleri Eleştirisel Basım
         125 – All He Ever Wanted – Anita Shreve
         126 – Ademden Önce – Jack London
         127 – One Hundred and One Famous Poems
         128 – Büyük Umutlar – Charles Dickens
         129 – Vadideki Zambak – Balzac
         130 – 1950’li Yıllarda İzmir – Hülya Gölgesiz Gedikler
         131 – Biblical Turkey – Mark Wilson
         132 – Marsa Nasıl Giderim?
         133 – Er Mektubu Görülmüştür
         134 – Eski Dünya Seyahatnamesi – İlber Ortaylı
         135 – Balıkesir Muhasebecisi –Reşat Nuri Güntekin
         136 – Sakin Suların Kıyısında
         137 – Zamanın Kısa Tarihi – Stephen Hawking
         138 – Mavi Sürgün – Halikarnas Balıkçısı
         139 – Düşün Yazıları – Halikarnas Balıkçısı
         140 – Anadolu’nun Sesi – Halikarnas Balıkçısı
         141 – Arşipel – Halikarnas Balıkçısı
         142 – Hey Koca Yurt – Halikarnas Balıkçısı
         143 – Turgut Reis  – Halikarnas Balıkçısı
         144 – Merhaba Anadolu  – Halikarnas Balıkçısı
         145 – The Adventure of The Speckled Band
         146 – The Three Men of Power
         147 – The Thirty Nine Steps
         148 – The Leap Frog
         149 – The Lottery Ticket
         150 – Fatıma’s Deliverance
         151- The Spy and Other Stories – Paul Victor
         152 – Love is a Gimmick and Other Short Stories – Paul Gallico
         153 – Thirty Nine Steps – John Buchan
         154 – Büyük Değişim
         155 – Oldu Bitti – John McCharty
         156- Av – Donald Hamilton
         157 – İvan İlyiç’in Ölümü/Korney Vasilyev – Tolstoy
         158 – Sir Gawain ve Yeşil Şovalye
         159 – Bir Çuval İncir – Shaw
         160 – Yahudiler – Lessing
         161 – Benito Cereno – Melville
         162 – Danabaş Köyünün Öyküsü – Memmedguluzade
         163 – Haksız Yönetime Karşı/Tembellik Hakkı – Thoreau/Lafargue
         164 – Bartleby – Melville
         165 – Bizans – Ferenc Herezeg
         166 – Philebos – Platon
         167 – Efendi ile Uşağı – Tolstoy
         168 – Timaios – Platon
         169 – Yeniyetmelik – Tolstoy
         170 – Oyunculuk Üzerine Aykırı Düşünceler – Diderot
         171 – Sokrates’in Savunması – Platon
         172 – Metafizik Üzerine Konuşma – Leibniz
         173 – İvan İvanoviç ile İvan Nikiforoviç’in Öyküsü – Gogol
         174 – Tours Papazı – Honore de Balzac
         175 - Caniler Uyumaz - Mickey Spillane 


        
        
          

13 Şubat 2017 Pazartesi

Geldim

         


         Perşembe günü Balıkesir’e gittim, cumartesi günü de döndüm. Kısa bir seyahatti. Sonradan açıklayacağım bazı olaylar için ön konuşma yapıp geldim.
         Evdeyken bir kez markete gitmek dışında hiç dışarı çıkmadım. Hem çok kısa bir süreliğine gittiğimden hem de havanın çok soğuk olmasından. Bu süre içinde de televizyon izlemek zorunda kaldım. İzmir’deki evimde çok gereksiz bulduğum bir televizyon var ama bilgisayarı bağlayıp film izlemek dışında hiç kullanmıyoruz. Balıkesir’de de bizimkiler hep haber falan izler. Aman Allah’ım onlar ne öyle, bir kanal hiç abartmıyorum 10 tane haber sunduysa onu da cinayet haberiydi. Herkes birbirini öldürüyor. Can almak o kadar kolay bir şey haline gelmiş ki…
         Sonra bir de muhterem bir bey var ya bizim başımızda. Televizyonda öyle bir anlatılıyor ki… Kendi tarafındaki adamların bile hepsi satılmış, hepsi ona karşı. Bir tek o masum. Zaten kendisi mükemmel bir adam. Bir şeyler yapmaya çalışıyor ama etrafındaki o satılıklar ona yaptırmıyor. Ne söylese karşı çıkıyorlar. Zehirlemek, öldürmek istiyorlar. Ama o hep mükemmel hep masum.
         Medya denen o oluşum öyle bir yansıtıyor ki vermek istediğini sanki onu hep korumak zorundaymışız gibi, çünkü hep o bizim iyiliğimizi düşünen müthiş iyi bir adammış gibi. Anladım insanların her şeyden habersiz mutlu mesut yaşayışını, neden bu kadar bu adamı sevdiklerini. Çünkü gözlerinde bile isteye ilahlaştırılıyor. Normal.
         İki günde cinlerim tepeme çıktı. Son gün artık odamdan çıkmayıp elimdeki kitabı bitirdim daha fazla sinirlenmemek için.

         

12 Şubat 2017 Pazar

İngilizce Kitap Okumak

         


         Merhabalar;
         Her ay başında bu ay en az bir tane İngilizce kitap bitireceğim deyip okuyamadan ayı geçirip gidiyorum.
         Şu kitaba başlayalı ne kadar oldu oysa. 30 sayfa falan okudum ama gitmiyor daha. Oysa çıktığında bu kitabı çok merak etmiştim. Hatta alsam mı diye düşünürken bir müşterim (İrlandalı bir ailenin mavi gözlü, soğuk görünüşlü kızıydı ve o gün tekne turuna çıkarmıştım onları) okuduktan sonra bana hediye etmişti.
         Kitaba başladım ama bir türlü devamı gelmiyor. Sanırım başka bir kitaba geçmeliyim çünkü kitap beni hiç sarmadı.
         Her ay bir İngilizce kitap okumak istememin sebebi ise kelime bilgimi diri tutmak. Kelimeler çok çabuk unutuluyor çünkü. Kelime bilmeyince de hiçbir şey olmuyor sonuçta.
         Şansımı başka bir kitapta deneyeceğim.

         Siz İngilizce kitaplar okuyor musunuz? Bana tavsiye edebileceğiniz kitaplar var mı?

11 Şubat 2017 Cumartesi

Japonca'ya Nasıl Çalışıyorum?

         
         Merhabalar,
         Bugün Japonca ile imtihanımı anlatacağım. :) Çünkü benim için ders çalışmak çok zor ve ben ders çalışmayı hiç sevmiyorum. Aslında kitaplar gayet eğlenceli, resimli resimli zaten. Ama işte benim tembelliğim…
         Daha önce kursa gittiğimden bahsetmiştik. Kursta hangi kitaplar kullandığımızı ve hangi yolları izlediğimizi anlatayım önce.


         Şu kitaptan önce işleyeceğimiz konunun kelimelerini öğreniyoruz, sonra da gramerini anlatıyor hocam. Kitabın adı Minna no Nihongo, Herkes için Japonca diye çevirebiliriz. Açıkça söylemek gerekirse Türkiye’de pek Japonca kaynak bulmak zor ve benim incelediğim kitaplar arasında ben en iyisi olarak bu kitabı gördüm ki hocam da üniversitede bu kitaptan eğitim almış. Bizim üniversitede de bu kitap işleniyordu ama bizimki çok daha özetlenmiş haliydi.


         Daha sonra da görselde gördüğünüz kitap-lar-dan alıştırmalar yapıyoruz. Kırmızı kapaklı olanda ilk 15 konu vardı. 


O bitince turuncu kapaklı olan kitaba başladık. Bu kitapta da okuma, yazma, dinleme gibi bölümlerde alıştırmalar var. Onları yapıyoruz.


         Bir de Kanji var tabii. Japonca’nın en büyük olayı kelime ezberlemekse ikinci büyük olayı da Kanji ezberlemek bence. Şimdi benim elimde iki tane Kanji kitabı var. Sarı kapaklı olanı hocam bir öğrencisinden aldığını söyledi. Ben JLPT sınavına girmek için onu almıştım hocadan. Daha yeni başlıyoruz çünkü Kanji çalışmaya ve bu kitapta Kanjiler resimlerle anlatılmış. 


Kendim çalışırken fena değildi. Turuncu kapaklı olan kitabı ise hocadan yeni aldım. Açıkça söylemek gerekirse bu kitabı diğerinden daha çok sevdim. Çünkü bunda alıştırma yapacak alan daha fazla. Diğer kitapta bu alan hem çok küçük tutulmuş hem de bana sanki verimli olamıyormuşum hissi veriyordu.


         Görselde de birinci kitap resimli olan kitap, ikincisi ise sonradan aldığım kitap.
         Bir de ben ek olarak her konunun kelimelerini küçük bir deftere yazıyorum. Onun fotoğrafını çekmemişim ama genellikle montumun cebinde taşıyorum. Otobüste, metroda okumak için çok iyi oluyor.

         Japonca ile ilgili öğrenmek istediğiniz bir şeyler varsa seve seve başka yazılar hazırlayabilirim bu arada.