30 Eylül 2013 Pazartesi

Innocent Steps / Masum Adımlar

         

         2005 yapımı güzel bir filmle karşınızdayım. Kayıtlara geçsin bu güzellik de.


         Young – Sae hem profesyonel bir dansçı hem de dans hocası. Fakat gerçek hayatı çok sefil. Önceki dans partneri terkedip gitmiş ve ezeli düşmanı Hyun – Soo ile piste çıkmış, aynı zamanda da bir komployo kurban gidip yarışmayı da kazanamamıştır.



         Chae – Rin de kızımız. Çin’den geliyor yarışmalara girebilmek için ama vatandaşlık alabilmesi için evli olması gerekiyor. İşte hocayla da yolları böyle kesişiyor. Çünkü hocanın partneri olmak için geliyor taa Çin’den. Onlar da formaliteden evleniyorlar. Aynı zamanda da dans çalışmaları devam ediyor.

         Bu arada bu hoca baleyle salsayı birleştirmiş. Yani güzel danslar da izleyebiliyoruz. Sonu mutlu bitiyor tabii ki ama biraz farklı bir yoldan ulaşılıyor sona. :)


29 Eylül 2013 Pazar

Bitirdim #10

         

         Yeni bir bitenler yazısıyla karşınızdayım. :) Böyle ürün bitirdikçe (her ne kadar benimkiler pek makyaj malzemesi içermese de) insan bir ferahlama hissine kapılıyor. Size de böyle oluyor mu?
         Bakalım neler bitirmişim:
         Schwarzkopf Gliss Sıvı Saç Kremi: Yine bitirdim bundan. Önceden turuncusunu kullanıyordum ama artık sarı olanını kullanıyorum. Bu kolay kırılan uzun saçlar için olanı. Bu arada bence aynı şeftali gibi kokuyor ve ben kokusuna bayılıyorum. Yenisini kullanmaya başladım bile ve bir adet de yedeğim var. :)
         Naturel Tatlı Badem Yağı: Bu da daha önce bitirdiğim bir ürün. Yenisini alacağımdır.
         Avon Göz Makyajı Temizleme Losyonu: Bu ürünün seveni de çok nefret edeni de bildiğim kadarıyla. Ama ben çok seviyorum bu ürünü. Bence hiç göz yakmıyor ve güzel de temizliyor. Kokusu da yok denecek kadar az neredeyse. Ama artık Avon ürünü almıyorum, zaten çevremde de satan yok.
         Diasa Aseton – Parfümlü: Öyle çok fazla oje kullanan biri değilim. O yüzden de çok sık aseton bitiremiyorum. Bunu da Kuşadası’nda deli gibi aseton arayıp bulamadığım bir zaman almıştım marketten (Nedense o gün hiçbir yerde aseton kalmamıştı.). Ojeyi güzel çıkarıyor ama kokusu beni çok rahatsız etti ve bunu kullandıktan sonra tırnaklarım soyularak kırılıyordu ki benim tırnaklarım neredeyse hiç kırılmazlar. Bir daha almayacağım tabii ki. Zaten artık asetonsuz oje çıkarıcı mendillerden kullanıyorum; hem zarar vermiyorlar tırnaklarıma hem de asetonsuz. Ama asıl önemli sebep ise asetonlar tırnak çevresini çok tahriş ediyorlardı ellerimde egzama olduğundan. Bu mendiller onu da yapmıyor. :)
         Avon Clearskin Siyah Nokta Temizleyici Tonik: Yüzümde liseden sonra hiç siyah nokta oluşmamasına rağmen niye bu ürünü almışım hiç bilmiyorum doğrusu. Tonik konusunda pek iyi olduğumu söyleyemem zaten. Kullanmaya da üşeniyorum hem. Ama yine de şöyle gözenek küçültmeye yarayan bir tonik biliyorsanız söyleyin lütfen siz.
         Kırmızı ruj: Bir ara kırmızı ruj manyaklığım vardı. Nerede görürsem topluyordum. Bu da onlardan biri. Markası bile yok, silinmiş. Az kaldı ama kötü kokmaya başlamış artık. Atıyorum.
         Nivea Glamorous Gloss: Ben lip gloss insanı değilim. Artık iyice anladım. Zaten elimde iki tane gloss vardı. Birini atıyorum işte. Yüzde 95’i duruyor resmen. Bir daha almayacağım böyle ürünler. Diğerini zorlayıp kullanmaya çalışacağım. Kullanamazsam bir daha ki ay o da burada yerini alır.
         Hobby Gliserinli El – Vücut Kremi: Dalan D’oliveler kadar ünlü olamadı bence hobby kremler. Ben seviyorum ama. Küçücük olması da güzel. Tam çantaya atmalık. Bir tane daha var elimde.
         Dalan D’olive Zeytinyağlı Yoğun Bakım Kremi: Hep kullandığım hep alacağım çok sevgili kremdir kendisi.
         Aloe Veralı Çamur Yüz Maskesi: Maske yapmayı çok seviyorum ki bence etkilerini de gösteriyorlar. Ama hayatımda ilk kez bir çamur maskesi kullandım. Etkisini de sonucunu da çok sevdim. Aloe Veralı ürünleri seviyorum zaten. Ama sanki içinde nane varmış gibi bir ferahlık hissi veriyor. Yıkadıktan sonra da çok güzel oldu cildim. Bir daha alacağımdır. İndirim zamanı gelse de stoklasam hatta. 

28 Eylül 2013 Cumartesi

Eylülü Uğurlarken…

        

         Eylülü uğurlarken biraz sohbet edelim istedim caanım blog. Hayatımda neler oluyor bir dökeyim buraya. Zira bu ara dertleşmeye çok ihtiyacım var.
         Eylül ayı girerken bir zil takıp oynamadığım kalmıştı çünkü ben sonbaharı çok severim. Haziran doğumluyum ama sıcaktan da nefret ediyorum resmen. Hem ne o öyle yapış yapış! Sevinmesine sevindim Eylül geldi diye ama sor bakalım bi’ ne anladın Eylülden diye. Evet, koşuşturmacadan bir şeycik anlayamadım. :(
         Ben bu Eylül ayında iki kez İzmir’e, bir kez Balıkesir’e ve bir kez de İstanbul’a gittim. Ve hepsi de ardı ardına oldu nedense. Hepsi de Kuşadası çıkışlı. Yoğunum her zamanki gibi anlayacağınız.
Ama İstanbul sayılır mı bilemedim. Çünkü derneğin kolaylaştırıcılar toplantısı vardı ve ben de Kuşadası şubesinin kolaylaştırıcı olarak katıldım. Buradan (Kuşadası) cuma gecesi çıktım, cumartesi sabah İstanbul’daydım. Esenler’de inin, oradan 760 numaralı otobüse binin demişlerdi. Bindik otobüse. Küçük Çekmece diye bir yere gittim. Hatta Cennet Mahallesi durağında inin yazılmıştı yol detaylarında. Orada da indim. Kazasız belasız da toplantı yerine ulaştım. Ama benim asıl anlatmaya çalıştığım şey o değil. Bence o Küçük Çekmece denen yer İstanbul değildi. Zaten otobüsle gittik gittik, bence tüm İstanbul’u da dolaştık. Vara vara İstanbul’a hiç benzemeyen bir yere vardık. Yol bana çok uzun geldi zaten. 8:30’da bindim otobüse, 9:45’ti indiğimde. O kadar yol mu sürer ya! Yazık oranın insanlarına. Neyse toplantı akşama kadar sürdü. Zaten ben 45 dakika gecikmeli girdim. Gece de 22.00 otobüsüne bindim ve pazartesi sabahı Kuşadası’nda indim. İşte bu yüzden bu sayılır mı bilemedim. Bir güncük İstanbul! İstanbul’a benzemeyen İstanbul…
         Okulum başladı 16 Eylülde de. Ama tabii biz öğrencilerin mantığıyla ilk hafta ders olmaz dediğimizden bu hafta başında gittim anca okula. Yani 23 Eylülde ve gider gitmez de derslere başladık. Şimdi bu hafta benim için ilk hafta sayıldığından bu giriş biraz (!) hızlı geldi bana. Bütün hafta boyunca “İlk haftadan ders mi işlenir yeaa!” modundaydım. Ama oldu valla. Başladı okul. Hatta bir sunum tarihim de belli oldu. 5 Kasımda. Avrupa Birliği ve Turizm dersim için. Hayırlı olsun vatana, millete ve bana.
         Derslerimin çoğu da iğrenç resmen. Yok ekonomi yok turizm hukuku yok pazarlama… Hiç sevmediğim, sevemediğim dersler bunlar. Off…
         Haa bir de 2008’den beri bitmek bilmeyen, hâlâ ikinci sınıfında olduğum açıköğretim var. Zaten şu yukarıda saydığım dersleri ve hatta çeşitli benzerlerini orada da gördüğümden bu kadar nefret ediyorum hepsinden. Kararlıyım, bu yıl ikinci sınıf bitecek ve iki yıllık diploma alıp sonlandıracağım inşallah! Daha da çekemeyeceğim bu eziyeti. :(
         Bir yandan okula adapte olmaya çalışırken bir yandan da hem yazın yaptığım staj yüzünden evle ilgilenememden hem de şu eylül ayındaki çoklu seyahatlerim yüzünden sanki içeride bomba patlamış izlenimi veren evimi hâle yola koymaya çalışıyorum. Her yer her yerde. Kitaplığım bile darmadağın!
         Şu ara ciddi para problemleri çekiyorum. Canım sıkkın o yüzden. Düzelmiyor bir türlü. Bazen hayat çok zor oluyor! Biliyorum düzelecek elbet de hırpalıyor işte.
         Türkiye turumuz da yılan hikayesine döndü. Fiyatı çok fazla. Yine dönüp dolaşıp parasızlığıma dayanıyor her şey. İşte buna da sinir oluyorum! Tez elden 10.000 lira kadar bir paraya ihtiyacım var. Allah’ım duy sesimi!

         Ve… Nasıl söylenir ki… İki gündür üst üste kötü haberler alıyoruz. Dün Tuncel Kurtiz, bugünse Turgut Özakman. Huzurla yatsınlar. 

         *Fotoğrafı İstanbul'dan dönerken çektim. Vapurdan. Kötü bir çekim biliyorum ama ismi ne güzel, değil mi? 

14 Eylül 2013 Cumartesi

Ne Dinliyorum?


Sezen Aksu
İki Delilik

*Bu günün şarkısı bu olsun!

İşte geldim, gidiyorum

         

         Yarın Kuşadası’na dönüyorum. Geçen Pazar günü geldim Balıkesir’e. Okullar açılmadan bir kez daha geleyim dedim. Malum yaz boyunca staj yaptım. Ruhen yoruldum sanki, vücut yorgunluğu çabucak geçiyor da… Dinlenemiyordum bir türlü. Halbuki staj bitince İzmir’e gitmiştim erkek arkadaşımın yanına ama yok. Bu duygu geçmiyor bir türlü. İzmir’den adaya döndükten sonra da biraz beklemem gerekti eve gidebilmek için okul işleri yüzünden.
         Neyse hemen halloldu da gelebildim Balıkesir’e.
         Bu arada 20 yaşıma kadar (üniversiteye başlayıncaya kadar) hiç sevmezdim Balıkesir’i. Griydi benim için. Şaşırtmıyordu da. Ama ne zaman ki üniversiteye başladım benim en kıymetlim oldu resmen. Nefes alabilmek için gelir oldum.
         Eh işte, şimdi de geldim, gidiyorum yarın. Ne yaptım peki? Bir gün dersaneden bir arkadaşımla buluştum. Ekrem. Hataylı kendisi. Osmaniye’de okuyor. Ben üniversiteye gittiğimden beri yüzyüze görüşmemiştik hiç. İyi oldu.
         Bir gün de lisedeki edebiyat hocamla buluştuk. Kazım Hocam. Kendisini çok severim. Uzun zamandır onunla da görüşemiyorduk. Yani genelde ben Balıkesir’e geldiğimde görüşüyorduk. E 8 aydır da gelmediğimi düşünürsek… Tamam, bayramda geldim de ondan ben bile bir şey anlamadım koşuşturmaktan! Onunla da güzel bir sohbet yaptık.
         Bugün de belki çıkarım çarşıya doğru ama kararsızım. Zor geliyor açıkçası. Şimdi hazırlan, taa git oralara. Hava da bir sıcak bir sıkkın zaten. Bilmiyorum.
         Neyse yarın dönüyorum. Pazartesi de okul açılıyor zaten. Daha ders programı bile açıklanmadı. Herhalde ilk hafta derse gitmeyiz diye bir sonraki hafta açıklayacaklar. Anlamadım dertlerini. Açıklasalardı da ben ona göre planlasaydım kendimi. :S Bakalım beni bu yıl neler bekliyor.
         Öyle işte.

         Bu arada Gülo evleneli tam bir ay oldu bugün! Zaman ne hızlı akıyor?!

         *Fotoğraf, yine konuyla alakasız. En Japon hallerimden biri. :)

13 Eylül 2013 Cuma

Baby and Me / Bebek ve Ben

       
                          
         Şimdi efendim filmimiz 2008 yapımı romantik komedi türünde bir film.

   Başrol oyuncusu da Jang Kaun Suk (Han Jun So). 

   Güzel bebeğimizin adı da Mason Mun. 

   Bir de esas oğlana aşık kızımız var ki onun adı da Kim Byeol.
         Konusu ise şöyle: Bu Han Jun So adlı oğlan tam bir zengin züppesi. Ailesi de buna bir ders vermek için eline yüz dolar tutuşturup evi terkediyorlar. Bu da markete gidiyor, alışveriş yaparken arkasını bir dönüyor ki alışveriş arabasında bir bebek! İşte sorunlar da orada başlıyor zaten. Oğlan zaten öğrenci, e mektupta da bebeğin onun çocuğu olduğu yazıyor. Karışık işler anlayacağınız.



         Kız n’apıyor derseniz, o da oğlana aşık. Ne derse yapıyor aslında. :) Eğlenceli bir filmdi. Tekrar mı izlesem ne?! :)

8 Eylül 2013 Pazar

Ben Küçükken…


Ben küçükken Üvey Baba diye bir dizi vardı. Şemsi İnkaya’nın üvey baba Halil Güneşli rolünde oynadığı dizi hani. Şimdi bu babanın iki kızı vardı da birinin adı Semiha idi. Bu rolü de Seda Çetin oynuyordu.
Gece gece birden aklıma geldi. Bu Semiha kız, bir sabah bardan sarhoş bir şekilde eve dönüyor da, baba Halil, bahçe hortumuyla evlerinin önünde bir güzel ıslatıyor kızı. Bir yandan da: “Su tüm kirleri temizler.” diyordu.
Bu arada Üvey Baba, Kemalettin Tuğcu’nun romanından uyarlamadır.


7 Eylül 2013 Cumartesi

High School Debut


Bu da bir Japonya filmi. Mangası da varmış anladığım kadarıyla.
Haruna Nagashima isimli kız ortaokul yıllarında hep beyzbol oynamış. Ama sadece beyzbol oynamış başka da bir şey yapmamış yani. Liseye başlayınca da kendimi aşka adayacağım diye bir karar almış.
Lisede de popüler olup sevgili bulmaya çalışıyor. Bulamıyor tabii. Sonra bir gün yolu Yoh Komomiya ile kesişiyor.


Yoh Komomiya, okulun en karizmatik çocuklarından biri. Eski kız arkadaşının onu terketmesinden dolayı kızlardan adeta nefret ediyor, asla kızlarla ilgilenmiyor. Ama Haruna’nın aşk koçu olarak buluyor birdenbire kendini.
Sonra da birbirlerine aşık oluyorlar işte.


Aslında konu olarak hoştu yani eğlencelik güzel bir film olabilirdi. Ama ortaokul ve lise başlangıcı deyince insan bir garip oluyor. Daha küçücük çocuk onlar ya, oluyorsun hemen. Yani mesela oğlan o terkedilişi üzerinden atamamış da daha sen nohutmuşsun da terkedilmişsin de unutamamışsında, da da da yani… Karakterlerin yaşını biraz daha büyütselermiş daha inandırıcı olabilirmiş sanki film. Ne bileyim yapay geldi işte.
Ama çocuk hoştu şimdi. :)


6 Eylül 2013 Cuma

4 Eylül 2013 Çarşamba

Koş Lola Koş / Lola Rennt


Facebookta dolaşırken filmde çalan müziğini dinleyip merak etmiştim filmi. Öylelikle izledim. Yoksa varlığından bile haberim yoktu yani. 1998 yapımışmış film bu arada.
Lola ve Manni , Berlin’de yaşayan iki genç sevgili. Manni kuryelik yapıyor kötü adamlara. Birilerine uyuşturucu teslim ettikten sonra da aldığı parayı teslim etmesi gerekiyor. Ama parayı teslim aldığı yere bir şekilde Lola geç kalıyor. Manni’ de metroyla dönüyor ve dönerken de bir şekilde 100.000 markı kaybediyor. (Mark?! :) )


         Manni parayı teslim edemezse ölecek tabii. Lola’nın da parayı bulmak için 20 dakikası var. Koşuyor işte o da. Babasına gidiyor.


         Filmde burda başlıyor ve kopuyor hatta. :) 3 kez evden koşarak çıkışını izledim. :) Her seferinde farklı bir son var tabii ki. Biraz tuhaftı bu yüzden.
         Ama aklım kalmadı, izledim mi izledim. :)


Ne Okuyorum?


Arada
Behçet Necatigil 
Varlık Yayınları 

Veee yine imzalı bir kitap. Behçet Necatigil'in yazısı ne kadar hoş bu arada. 



3 Eylül 2013 Salı

Ne Okuyorum?


Markopaşa Yazıları ve Ötekiler 
Sabahattin Ali 
Derleyen: Hikmet Altınkaynak
Cem Yayınevi

Kyô, Koi O Hajimemasu / Love For Beginners


Bu bir Japon filmi. Türü romantik ve lisede geçiyor.


Tsubaki Hibina, başkalarının saçlarını adeta bir kuaför ustalığıyla yapan ancak kendisine bir şey yakıştıramadığından sadece iki örgüyle yetinen ve demode kıyafetler giyen kızımız. Üstelik her gün ve her yerde böyle!
Kyota Tsubaki de okulun popüler öğrencisi. Tüm kızlar hasta yani. Bir iddia sonucu kızımızla ilgileniyormuş numarası yapar ama bir süre sonra birbirlerine aşık olurlar.


Filmin ilerleyen dakikalarında kızın nasıl güzelleştiğini görüyoruz. Öyle çok güzel bir şey olmuyor ama o köylü kızı kılıklı hallerinden bin kat iyi.
Oğlanın da o havalı hallerinin altında yatan trajedileri öğreniyoruz bu arada.
Fena bir film değildi. Çok büyük beklentiler içinde olmadan izlenilebilir.


2 Eylül 2013 Pazartesi

Eylül

      


         Yürümeyi çok severim ben. Üzgünken, mutluyken, canım sıkkınken… Özellikle de sinirliyken… :) (Kimseyi kırmak istemediğimden hemen oradan uzaklaşıp sakinleşinceye kadar yürürüm, saatler sürebiliyor bazen ama.)

         Bu sabah uyandığımda kendime şöyle bir baktım. Son zamanlarda –hatta son 3 yıldır- feci halde kilo aldım ben. Tamam hiç zayıf olmadım, hep kiloluydum da şu anki durum bambaşka. Yuvarlandığımı hissediyorum resmen. İşte bu sabah uyandığımda kendime baktığımda da “Elif, ne iğrenç oldun sen ya?!” dedim ve egzersiz yapmaya başladım. Sonra –yine- evde burnumu bile dışarı çıkartmadan bir gün geçirdikten sonra –Kuşadası çok sıcak, ve ben güneşi hiç sevmem- saat 18:30 civarı birden kendi kendime gaza geldim. Eşortmanlarımı giydim ve sokağa fırladım. Evimin iki alt sokağında stadyum var benim. Oraya gittim hemen. Bir saat boyunca yürüdüm, yürüdüm, yürüdüm.
         Stadyum ne kalabalık oluyor arkadaş akşam üzerleri. Amcalar, teyzeler, abiler, ablalar, bir takımda oynadıklarını düşündüğüm güzel liseli kızlar… Genelde yürüyüş yapıyorlar. Arada koşan da çıkıyor aralarında.
         Bu arada yürürken düşündüm tabii. En çok bunu seviyorum işte. :) Yazmakta olduğum kitabı düşündüm. Niye bir türlü istediğim gibi olmadığını, bu kitabı yazmanın neden bu kadar zor olduğunu, neden yeniden ve yeniden başa sardığımı, yazmazsam nasıl içimde patlayacağını, yazarsam nası kurtulacağımı… Bir sürü şey işte.
         Şu an saat 1:59 olsa da, çoktan 2 Eylüle geçmiş olsak da bunun 1 Eylülün sihri olduğunu düşünüyorum. Eylülü çok severim. Her taraf renkli yaprak dolsun, evet.
         Başladım da inşallah devamını getirebilirim. Bakalım yarın gidecek miyim stadyuma?! Çok üşengecim bu konuda ya. Hele ki dışarıdan geldiysem mümkün değil bir daha dışarı çıkmam. Hiçbir kuvvet çıkartamaz hatta. Bakalım. Yaşayıp göreceğim ama bu vücudu gördükçe stadyumda yatasım geliyor, orası ayrı.

         Nedense Eylül ayı benim için yılbaşı gibidir. Ben bu ayda yeni kararlar almayı ve uygulamayı seviyorum. İlk kararım spordu ve bugünlük hayata geçirdim. Darısı yarının başına.
         Ah, yürümek ve eylül çok güzel. :)

        Not: Fotoğraf İzmir Karşıyaka'da bir yürüyüşümüz sırasında çekildi. 




1 Eylül 2013 Pazar

Ne Dinliyorum?


Elle King
Playing For Keeps

Bugün bu şarkıyı dinleyerek başladım güne. Mad Men'de de çalmış sanırım ama ben izlemedim onu. Henüz.

Eylül, Sonbahar, Yapraklar


Anlamlandıramadığım bir şekilde eylülü çok seviyorum. Sonbaharı çok sevdiğimdendir diyeceğim ama niye ekim ya da kasım değil de sadece eylül?!
Bilemiyorum.
Ama bildiğim bir şey varsa o da ben hırka insanıyım. Hırka giymeyi çok seviyorum. Ne sıcak ne soğuk olacak hava da. Yere düşen renkli yaprakları izlemeyi seviyorum. İki tarafında da ağaç olan ve yapraklarla kaplanmış yollarda yürümeyi seviyorum her ne kadar Kuşadası’nda bunu pek bulamasam da.
Salep içmeyi seviyorum. Yeşil çayımla film izlemeyi seviyorum. Her ne kadar kahve ve türleriyle aram çok iyi olmasa da bu mevsimde arada sırada kahve içmeyi de seviyorum.

Sonbaharla ilgili görselleri de seviyorum. Böyle kocaman bir fotoğraf arşivim bile var. Birkaç tanesini de buraya koyayım. Bulunsun. Arada özledikçe açar bakarım. :)








Not: Fotoğrafların hiçbiri bana ait değil. Genelde pinterestten alındı.