28 Temmuz 2011 Perşembe

Pembe Mezarlık



Şimdi tabii ki bu günün anlam ve önemini belirten şarkı falan değil! Bu günün anlam ve önemi yok. Önemli bir gün de değil zaten. Her zaman ki gibi sıradan bir gün işte.
         Sabah derse gidecektim. Giyindim, hazırlandım fakat öğrencimin annesi ‘Elif, biz bugün evde yokuz, gelme.’ Deyince tekrar pijamalarımı giymek zorunda kaldım. Eiffel Kuleli küpelerimi de taktıydım hem. ;(( Dersten zorunlu feragat anlayacağınız.
Bu şarkıyı da gözümün önünde dursun diye buraya koyuyorum. Sabahtan beri 10. 000 kez falan dinlemişimdir herhalde. Hala da dinlemekteyim.
Bu aralar hiçbir şey yapmıyorum. Yapmamaktayım. Bilerek, isteyerek, herkes gibi sıcakları bahane ederek. Ama canım çok sıkılıyor yine de bu duruma. O ayrı. Bu yaz için çok güzel planlarım vardı oysa ki. Dil kursuna gidecektim. Fransızca, İspanyolca falan. Almanca bile olurdu ya. Olmadı. Bulamadım. Her yerde İngilizce kursu var. Başka da bir şey yok. Sinir oldum ona zaten. Sonra benim moraller sıfırlandı. Bir sürü kitap okumayı planlıyordum. Ama nerdeee… Toplasan 10 tane falan etmez herhalde okuduklarım. Sonra meditasyon, yoga öyle bir şeyler öğrenmek istiyordum. O da kaldı. KPDS’ye neymiş ne değilmiş diye bir test kitabı alıp incelemek istiyordum. O da kaldı demeyeceğim hemen. Kitapçıya gittim birkaç kez. Kitapçılara da. Hatta birinde arkadaşımla gittik. Ama bir türlü nasıl bir kitap alacağıma karar veremediğim için almadım. O kaldı yani. ;) haa, takı tasarımı yapmak istiyordum. Bir iki bir şey yaptım, ondan da sıkıldım. Yani bu yaz ya başladığım hiçbir şeyde devamlılık sağlayacak sabrı bulamadım ya da ufacık şeylerden dolayı vazgeçtim; tamam üşendim.
Ama çok kızıyorum yine de kendime. Farkındayım bomboş bir tatil geçirdiğimin. Tek yaptığım internette dolaşmak. Neyse ki nette ne bulursam okuyorum. Takip ettiğim blogları falan yokluyorum. Tek tesellim bu zaten. Bir de haftada üç gün derse gidiyorum işte. O da ramazana girince bitecek. Öyle bir karar aldık karşılıklı.
Bu arada açıköğretim derslerimin biri haricinde hepsinden büte kaldım! Ama ona da çalışmıyorum. Artık ramazanda çalışacağımı ümid ediyorum. İnşallah. Amin.
Günlerdir elimde sürünen iki kitap var. Biri Mark Crick’in Kafka’nın Çorbası isimli kitabı.
Diğeri de Lee Carroll & Kryon & Tom Kenyon & Hathorlar & Mary Magdalen & Patricia Cori & Sirius Yüksek Konseyi diye kalabalık bir topluluğun yazdığı Büyük Değişim – 2012 ve Ötesi için Yeni Bir Dünya Yaratmak isimli kitap. İnşallah yakın zamanda bunları bitireceğim.
Bir de dizi izlemeye çalışıyorum. Yoksa unutacağım şu İngilizceyi. Ne nankör şey. Azıcık ilgilenme hemen yok oluyor hafızandan. İşte ben de yine çok geç kaldığımın farkında olaraktan dizi izlemeye başladım. Biri Merlin. Bunu televizyondan da takip ediyordum aslında. Yani üniversiteye başlamadan önceydi bu. O da düzenli değildi. Denk geldikçe izliyordum. Yurtta da internete ulaşmam pek kolay olmuyordu kalabalık kız nüfusu dolayısıyla. Vınn olayına girmedim, giremedim. Öyle kaldıydı. İşte yeniden başladım geçen. 2. sezondayım daha ama.
Bir de Pretty Little Liars var. Ona da yeni başladım. Daha 5. bölümdeyim. Ama güzel gidiyor. Sevdim diziyi.

Amy Winehouse, su testisi, Aziz Yıldırım ve bilimum olay hakkında hiçbir şey yazmayacağım. Herkes yazıyor zaten. Ben okuyor ve katıldıklarıma katılıyorum. Bir de benim dillendirmeme hiç gerek yok.
Ramazan geliyor. Bol bol hayır yapın, önce en yakınınızı doyurun.
Selamlar. 

25 Temmuz 2011 Pazartesi

Çek Bakalım


ATV ekranlarında ekrana gelen "Çek Bakalım" dün gece ilk bölümüyle yayınlandı. Kısa film izlemeyi çok sevdiğimden bu yarışmayı merak ettim, tabii bir de Okan Bayülgen var diye de merak ettim. :P Severim kendisini.
Hıncal Uluç, Okan Bayülgen ve Hülya Avşar’dan oluşan bir jürisi var. Hıncal Amca’nın orada ne işi var pek anlamış değilim aslında. Adam bayıla yayıla izliyor her şeyi. Uyuyup kalacak diye korkuyorum vallahi. :P
‘Gençler ya da kendini genç hissedenler, senaryosunu yazacak, oyuncu kadrosunu kuracak, filmini çekecek, milyonlar onları izleyecek...’ diye yazıyor tanıtım yazısında, hatta amatör yönetmenler, kameramanlar için bir fırsat olduğunu söylüyorlar ama dün gece gayet de profesyoneller de geldi, katıldı yarışmaya. Yani aslında belli bir çevrede tanınan adamlar bunlar. Bu program sayesinde de bilmeyenlere de kendilerini de duyurmuş oldular. Okan, seve seve reklamcı rolünü üstlenmiş oldu sanırım.

         Ben en Çok Fabrika ve Topaç isimli çalışmaları beğendim. Özellikle Topaç’ı. Engelli vatandaşlarımızın da engellerini aşabileceği yönünde bir kısa fildi ve bence çok güzel, çok başarılıydı.

         Fabrika ise Hıncal Uluç’un ‘Bizim bir mısır fabrikasıyla anlaşmamız lazım.’ Cümlesi üzerine kurulmuş bir fim. 


Babamın Kovboy Filmleri




Çocukluğuma dair gülümseyerek hatırladığım şeylerden biridir Kovboy filmleri. Babam çok sever kendilerini. Her Pazar TRT1’de çıkardı eskiden. Ve biz ailecek onu izlemek zorunda (!) kalırdık. Kardeşim yoktu diye hatırlıyorum hep. Demek ki 3 yaş civarlarındaymışım hatırladığım zaman diliminde. Ya da o bebekti. Bilemiyorum.
Şimdi konu şu. TRT1’de hala Pazar günleri yayınlıyorlar o filmleri. Ve babam hala izliyor onları. Ve tabii bizde kalvaltı saatine denk geldiği için izlemek zorunda kalıyoruz. Eskiden böyle filmleri severdim diye hatırlıyorum ama nedense dün artık hiç sevmediğimi fark ettim. Hala eski, siyah beyaz filmleri sevsem de neden bunları sevmediğimi anlayamıyorum. Belki de bıkmışımdır artık. :P 

8 Temmuz 2011 Cuma

Bugün ne giysem?




Biliyorsunuz Show Tv’de Bugün Ne Giysem? Adlı bir program yayınlanıyor. Arada bir televizyon açtığımda zaplarken denk geliyorum. O nedir öyle ya? Neymiş Türkiye’nin en şık kadınını arıyorlarmış. Hiç işleri güçleri yok zaten!
Başka kanallarda da var sanırım buna benzer yarışmalar. Hadi yarışmanın formatını geçtim. Geçmeliyim çünkü moda insanları her zaman peşinden sürükleyen bir faktör olmuştur. Ama ne garip bir jürisi var onun öyle ya?! Neydi isimleri? Hah! Nur Yerlitaş, Ivana Sert ve Hakan Akkaya. Tabii insanların isminde de bir şey yok, hem banane ya insanların isminden. :P
Ama bu insancıklar orada her seferinde neden tartışıyorlar anlamıyorum hiç. Üstelik bir de oraya yarışmak için gelen kızları eleştirmek yerine resmen yerin dibine sokuyorlar. Yarışma da olsa bir insana bu kadar hakaret edilir mi? Ne hakları var ki? Başka zaman söze geldi mi ‘Size yakışanı, içinde rahat hissettiğiniz giysiyi giyin’ der bir de modacılar. Ama bu programda hepsini birbirine benzetmeye çalışıyorlar. Hepsi bir makineden çıkmışçasına aynı ve intizami. Peh! Çok saçma ya.
Yazık oraya gelen kızlar da hiç seslerini çıkarmıyorlar. Hele o Hakan Akkaya’nın kadın düşmanı gibi davranması kızlara ayrı bir ilginç olay zaten. Hele ki Nur Yerlitaş’ın kendini beğenmiş o tavırları… Hiçbir şeyi beğenmeyişi… İçlerinde bir Ivana Sert sessiz kalıyor. Bence o da çok iyi ifade edemediğinden kendini. Yoksa o da diğerleri gibi cazgırlaşır. Onun da çanta takıntısı var. Eklemeden geçmeyeyim.
Kim bilir?! Belki de format gereği böyle davranıyorlardır (!). Nasılsa seviyoruz böyle şeyleri. Hâlâ kimse ses çıkarmadığına göre… Sonuç ortada: İzleniyor. 
http://www.yazarport.com/yazar.aspx?yazar=1667

Ben de mimlendim ben de… :D


Sağolsun Erdi Karadeniz beni mimlemiş. Laf aramızda bu benim ilk mimim. ;) Ay çok heyecanlandım şimdi. ;))

Mim konusu: Evinizde yangın çıksa ve tek bir eşya kurtarmak zorunda kalsanız neyi kurtarırsınız?

Ya ben eşyalarımdan öyle kolay kolay ayrılamam ki… Aydın’a giderken bile çok zor geldi. Ama tek bir eşyaysa madem almam gereken laptopumu alırım. Ha bir de çantamı alırım. Cüzdanım, balkartım falan içinde nasılsa. :P E cüzdanda da bankamatik kartlarım var, balkartsız da olmaz, yoksa toplu taşıma araçlarını kullanamam. :P Ama kitaplarım ne olacak ya?! :S Yok ben bu işin içinden çıkamam. Çıkmasın yangın falan. Allah korusun hem.

Hımm, ben de o zaman Dürr-i Yekta'yı, severek takip ettiğim Noni'yi, daha çok yazmasını istediğim Hitman'i ve Kapkara Camdan Kelebek'i mimliyorum. ;)

6 Temmuz 2011 Çarşamba

Beyni sulanan çocuk.

         Şu facebook arada sırada da olsa işe yarıyor doğrusu! Adamın biriyle bir yıl önce yaptığım konuşmayı yine bulabiliyorum sohbet çubuğunda üzerini tıkladığımda. Yani bu da demek oluyor ki her şeyimizi kaydediyorlar aslında ki ben mailleri saklarım sadece. Neyse. Bu başka bir konu şimdi.
         Şimdi konu şu. İnsanın gün geçtikçe kendini geliştirmesi ve ilerlemesi gerekir değil mi? Yani bir yıl boyunca yaptığım tüm şeylerin, okuduğum kitapların, dergilerin, gazetelerin ya da izlediğim bütün o görsellerin bana bir şeyler katmış olması gerekmez mi? Bence gerekir. Ama işte ben bir yıl öncesinde adamın biriyle doğum travması gibi ilginç bir konuyu konuşmuşum, tartışmışım. Şimdi bakınca o kadar acayip geldi ki. Sanki beynim boşaltılmış gibi. Sanki o cümlelerin hiçbiri bana ait değilmiş gibi. Kendimi tanıyamaz oldum.
         Acaba hafızamı mı kaybediyorum ben ya. Değişik bir şeyler işte. Allah’ım aklımı koru yarebbim. Tez zamanda da kendime gelmeme yardım et. Amin. ;)

5 Temmuz 2011 Salı

Bu çocuğun kafası karışık gibi.

Beynimi uyuştursa da sözlerin, kalbim deli gibi atsa da aklımı dinleyeceğim. O kadar yorgunum ki kalbimin sesini duyamayacak kadar çınlıyor kulaklarım.
         Tabii ki her şeyin farkındayım, tabii ki de hislerinin değiştiğini ve beni artık sadece bir arkadaş olarak görmediğini görebiliyorum. Ama içimden gelmiyor işte elinden tutmak. Bir sürü şey bahane ediyorum kendime. Bir sürü hem de. İşte çok uzak şehirler, yok huzursuz kalbim, yok arkadaştan sevgili olmaz. Her ne kadar bunlar da birer birer, kocaman kocaman hatta tokat kadar sert gerçekler olsa da bir yandan da sana ve kendime haksızlık ettiğimi de biliyorum. Ama elimde değil.
         Öyle yorgunum ki elimde değil.
         Üstelik korkuyorum. Korkuyorum aynı şeyleri yaşamaktan, aynı yaraları almaktan. O kadar bıktım o kadar yoruldum ki kendimle savaşacak, yüzleşecek gücüm bile yok.
         Bunları kendime bile ilk kez itiraf ediyorum. Daha önce fazlasıyla ısrarcıydım atlattığım konusunda. Ama yeni ufuklara yelken söz konusu olduğunda ya da kapıma dayandığında diyelim unuttum, atlattım dediğim her şey bir kâbus gibi karşıma dikildi.
         Bilemiyorum, belki de dediğin gibi her şeyin ilacı zaman…