Kaçtım. Böylesi daha kolayıma geldi,
ben de kaçtım. O üzerindeki gökyüzü yüzüme gözüme bulaşan, tenime yapışan
şehrime kaçtım.
Eskiden
oradan çıkabilmek, kabuğunu yırtabilmek için uğraşırdım oysa. Şimdilerde kalabalıklardan
bunaldıkça o hiç bildiğimden şaşmayan yere kaçıyorum. Bilindik olmasını,
dinginliğini çok özlüyorum. Anladım.
Sokaklarında
dolaştım cumartesi günü. Rahat rahat gezinen insanları seyrettim. Sanki düğüne
gider gibi süslenmiş liselileri izledim. Kafelerde rock müzik dinleyip tavla
oynayanlara gülümsedim. Bir gün de olsa dünyayla ilişiğimi kestim.
Kaçtım.
Elime yüzüme bulaşıyor önümde ne varsa. Bir sürü iş var üzerinde uğraştığım. Daha
ardım sıra gelenleri saymıyorum bile. Bir dünya iş yapıyorum ama görünürde
hiçbir şey yok. Hiçbir şeye de yetişemiyorum aynı zamanda. Zamanı yönetemiyorum
bir türlü. Ne uyuyabiliyorum üstelik ne de uyanabiliyorum. Sırf bu yoğunluktan ötürü
çok istediğim bir eğitim gezisini kaçırdım mesela. Uyanamadım, salak gibi
uyanamadım. Nasıl üzüldüğümü anlatamam. Hala da üzgünüm.
Kendime
çok kızıyorum bazen. Yani tek bir işe yoğunlaşıp onu bitirmek varken neden hep
on bin işi birden yapmak zorundayım anlamıyorum. Ya da en basitinden neden hep
on kitabı birden okumak zorundayım. İlla hepsi birden olacak. İlla hırpalayacağım
bedenimi.
Sonra
bir de benim bunaldıkça seyahat etme huyum var. Zaten turist rehberliğini de
önce kendimi eğlendirmek için okuyorum. Bunalmayacağım, sıkılmayacağım. :/ İşte
kafam bir şeye bozuldu mu, şehirden sıkıldım mı, bir şeyler ters gitmeye devam
etti mi benim hemen oradan ayrılmam, kendime çeki düzen verip silkelenmem gerek.
“O” bile alıştı artık: “Biliyorum, sıkılınca gitmen gerekiyor senin!” dedi
geçen gün bana. Doğrudur. Sıkılınca başka şehrin kalabalığına karışayım, başka
kalabalık yüzler görüp geleyim düzeliyorum ben. Yine aynısı oldu. Cuma günü
gittim Balıkesir’e. Bugün de döndüm Kuşadası’na. Azıcıktı ama çok yoğunum bu
ara. İdare edeceğim.
Döndüm.
Düzelecek inşallah her şey. Şu iki hafta da çok yoğunum. Sonrası selamet gibi.
Hadi bakalım.