Geldi yine bir istek listesi zamanı. Her
ne kadar 2 Ocakta finallerim başlıyor olsa da –yine- ve yılbaşı gecesi için bir
program yapamayacak olsam da listemi hazırlayayım dedim. Ne de olsa “Kaynaklar
kıttır ve ihtiyaçlar sınırsızdır.” Demiştik bir önceki yılın istek listesinde
de. :)
Önce geçen yıl ki isteklerin bir durum
değerlendirmesini yapayım. Bakalım evrenin bana geri dönüşü nasıl olmuş:
*Tedavimin
iyi bir şekilde sonlanması: Bitti şükür tedavi. Cildim çok daha iyi artık.
(Bununla ilgili bir yazı yazacağım ama ne zaman?!)
*Daha
çok kitap okumak: 2012’de 27 tanecik okumuşum. :( Bu yıl 39 adet okumuşum.
Yeterli mi? Hayııııırrr… (Bu sayı kasım sonuna kadar)
*Yeni
bir dil öğrenmek: Osmanlıca öğrenmeye başladım ben. Şurada da yazmıştım. Eh
bu da bir şey. :)
*Daha
çok gezebilmek: Bu hiçbir zaman yeterli gelmeyecek sanırım bana. :)
*Sevgilimle
daha çok vakit geçirebilmek: Oluyor, olmakta, olacak. :)
*Daha
çok öykü ve deneme yazabilmek, mümkünse kitabıma yoğunlaşmak: İşte bunda
çok başarılı olduğumu söyleyemem. Yazı konusunda verimsiz bir yıl geçirdim.
*Derslerimde
birazcık daha başarı: Eh işte, iç güveysinden halliceyiz. :)
*Türkiye
turuna çıkabilmek: Bu yıl tur yalan oldu bizim için. Artık 4. sınıfta ya da
mezun olunca kısmetse.
*Çevremdeki
insanların sağlıklı, mutlu ve huzurlu olmaları: Her daim diliyorum.
*Ülkemin
içinde bulunduğu çıkmazlardan aydınlığa çıkması, uyuyan insanların uyanması ve
doğru düzgün yönetilmesi: Yeniden diliyorum, zira bu yıl pek başarılı
olmadı.
*Eğitim
ile sağlık giderlerinin ücretsiz olması: hep ama hep diliyorum.
Bunları istemişim geçen yıl.
Bu yıl bu listeye ek olarak yurt dışına çıkabilmeyi ekliyorum
sadece. :)
26 Aralık Perşembe günü Atatürk Kültür
Merkezi’nde Sunshine Band konseri vardı. Sanırım yılın son konserine de böylece
gitmiş oldum.
Birinci bölümde “Carnaval”, “Long Train
Running”, “Donde Estas Yolanda”, “La Vie En Rose”, “Dos Gardenias”, “Padam
Padam”, “Superstation”, “Masquenada”, “I Have Nothing”, “Fame”, “Blues” ve “Blue
Suede Shoes” seslendirildi. Tabii ki ben Padam Padam’ı beğendim en çok. Çünk
Edith Piaf’ı çok severim.
Birinci bölümün sonlarına doğru
kötüleştim biraz. Hastaydım zaten ama konserdeyken artık içerideki havadan mı
oldu yoksa tüm gün sokaklarda dolaştığımızdan mı olduğunu bilemiyorum ama ne
burnum durdu ne gözüm. Öksürmekten, hapşurmaktan helak oldum. Erkek arkadaşım “Çıkalım
istersen.” dediyse de sonuna kadar dayandım konserin.
İkinci bölümde de “Mi Tierra”, “Neh Nah
Nah”, “I Feel Good”, “Mambo Italiano”, “Hasta Siempre Comandante”, “Corazon
Espinado”, “Es Oes El Amor”, “Sunny”, “Proud Mary”, “I Wanna Dance With
Somebody”, “Tche Tche”, “Sensizlik”, “Ne Kavgam Bitti Ne Sevdam” ve “Sardı
Korkular” seslendirildi.
Gecenin yıldızı ise İbis Maria
Guarnaluse Arce oldu. Altı aydır Sunshine Band ile çalışıyormuş ve yanlış
hatırlamıyorsam Kübalıymış. Orkestra şefi ve aynı zamanda piyanoyu da çalan
Muhittin Yıldız, hep kendisinin üzerinden ilerledi konser boyunca. Çok enerjik
bir kadındı yalnız. Birazcık da Türkçe öğrenmiş; “Ankara’nin bağlarii da buklum
buklum yollarii…” diye biraz Ankara türküsü bile söyledi. :)
Konserden eve dönerken birkaç ilaç
aldım da kullandım. Şimdi daha iyiyim. 2 Ocakta da finallerim başlıyor. İyi de
olmam gerekiyor hani. Şu yazıyı yayınlayayım da biraz daha çalışayım hatta.
Konserde
küçük bir de video çektik. İzlemek isterseniz aşağıda:
Kendinize iyi bakın lütfen.
Ayaklarınızı sıcak tutun ve sıcak şeyler için.
Bakışlar
arasında ilerlemeye çalışıyorum. Her göz bir çelmeye dönüşüyor ayaklarıma
takılan. İlerleyemiyorum. Nereye dönsem, kime baksam kocaman bir gözden
oluşuyor. Hiç kıpırdamayan, üzerimden ayrılmayan gözler. Artık rahat
bırakmalarını istiyorum.
Silkiniyorum.
İlerlemeye başlıyorum. Umursamıyorum. Kimseyi, hiçbir şeyi umursamıyorum.
*Düşler
Fırtınası şiiri, Al Sevdanı Gönlümden / Hüsnü Sönmezer
Aslında fırında yemek yapma çalışmaları
demek daha doğru olurdu yazının başlığına. Yoksa yemek yapmayı biliyorum. :)
Yine de internetten tarif bulup denemeyi de çok seviyorum.
Fırınım yoktu daha önce. Ama artık var
ve ben de fırında bir şeyler deniyorum ara ara. Fırınım geldiğinde ilk
denediğim şey bu kolay ekmek pizzalardı. Yapımı çok kolay. Ekmeklerin üzerine
istediğinizi koyup fırına sürüyorsunuz, hepsi bu. Kahvaltı aşığı ben için çok
güzel bir şey bu. :)
İkinci kez de bir kaşarlı karnabahar denemem
oldu ki bunu da çok sevdim. Karnabaharları tepsiye dizdim. (Ben haşlamadım ama
haşlayıp da yapanlar da varmış.) Üzerine de beşamel sos döktüm. Böyle bir 20
dakika falan pişti. Sonra da üzerine rendelenmiş kaşar koydum. Kaşarlar
kızarıncaya kadar kaldı fırında. Sonuç; çok lezzetliydi.
Son denemem de geçen gün oldu. Herkes
yapıyordur herhalde bu patatesli tavuklu yemeği. Lezzetli olmuştu ama bir
sonraki sefere incik falan kullanacağım. Butla büyük oluyor. (Tariflerde
genelde but dediği için öyle almıştım.)
Sınavlar,
sunumlar derken ürün bitirme açısından verimsiz bir ay oldu yine ama yazayım,
kural bozulmasın. :)
Beauty Formulas
Salatalıklı Yüz Maskesi:
Hep bitiriyorum. Elimde bir- yedek daha var. Sonra başka bir ürün deneyeceğim
bir süre. Ama çok memnunum bundan da.
Gabrini 3D 56
Numaralı Oje: Kendisiyle
kozalak boyadım. :) Genelde bu kadar canlı renkler sevmiyorum tırnaklarımda.
Fanta Orange Lip
Smacker:
Nemlendirmesi güzeldi bunun ama çok şekerliydi benim için. Herhalde şeker
kullanmadığımdan öyle geldi bana. Spritelısı ve Coca Colalısı var elimde.
NOB Asetonsuz Oje
Temizleme Mendili: Ne
kadar aseton denediysem hepsi ellerimdeki egzamayı azdırdı. Sonra asetonsuz
ürün furyası çıktı bir, ben de bunu aldım ve çok memnun kaldım. Hem asetonlar
gibi ağır değil kokusu hem de egzamalarımı azdırmıyor. Bundan sonra hep bu tip
ürünler kullanacağım yani.
I love… Coconut
& Cream Duş Jeli:
Şunu anladım ki ben kesinlikle hindistan cevizi kokusu sevmiyorum. Öldüm bittim
şuncacık ürünü kullanırken.
Diadermine
Dengeleyici Yüz Yıkama Jeli:
Hiç beğenmedim bu ürünü; ne kokusunu ne de yapısını. Bir daha almayacağım.
Colgate
Kalsiyumlu ve Florürlü Diş Macunu:
Kokusu ve tadı bir tuhaf olmadıkça markasının bir önemi yok diş macununun benim
için. Şu an başka bir marka kullanıyorum.
Play World Islak
Mendil: Uzun
bir süredir hep bu ürünü kullanıyorum. Devam edeceğimdir.
Okuldan eve dönerken bahçemize dökülen
kozalakları görmüştüm. Ben kozalakları çok severim. O yüzden üç tanesini eve
getirmiştim. Öylece duruyorlardı bir köşede. Sonra “Ben bunları bir boyayayım
ya!” dedim ve hemen işe koyuldum.
Kozalakları boyamak için tek
ihtiyacımız renk renk oje ve büyük bir sabır. :)
Ben Gabrini’nin 3D ojelerini
kullanmıştım. Bunlar benim için fazla renkli ojeler. Zaten bir şeyler boyamak
için almıştım onları. Büyük bir sabırla boyadım kozalakları, itiraf ediyorum. Çünkü
oje kokusundan pek hoşlanmam.
Ama
sonuçtan hoşlandım ben. Siz ne diyorsunuz?
Bu
arada oje yerine başka şeyler de kullanılabilir. Guaj boya mesela.
Bu
ürünü öğrenciler arasında çok popüler olduğu için aldım, denedim, yazıyorum. Yoksa
böyle ürün deneyip, yazmak gibi adetlerim yok. Dedim ya sadece meraktan.
Zaten
bunun en güzelini Sergül Kato, Yolun Neresindeyim blogunda “Mutfakta ne var?”
başlığıyla çok güzel yazıyor. Ben de çok severek okuyorum.
3
dakikada erişte diyor üzerinde. O yüzden de ramen gibi mi acaba diye çok merak
ederek aldım. İçinden bir sos çıkıyor paket içinde. 3 çay bardağı suyu
kaynatıyorsunuz sonra erişteleri sosla birlikte içine koyuyorsunuz. 3 dakika
kadar arada bir karıştırarak suyunu çekinceye kadar pişiriyorsunuz. Sonra da
servis ediyorsunuz.
Hazır
ramenlere benziyor ki ben ramen çok severim. Ama onların üzerine sıcak su
ekleniyor ve 3 dakika kadar beklenilip öyle yeniliyor.
Bu
ürünü ise çok sevemedim. Tadı ne erişte gibi, ne makarna gibi, ne ramen gibi…
Pek güzel değil yani.
Mim
okumayı çok sevsem de her zaman yanıtlayamıyorum vakitsizlikten dolayı. Bazen
çok ama çok yoğun olabiliyorum. Her işe kendim yetişmeye çalıştığımdan olsa
gerek!
Bu
mim için de beni sevgili Gizem Gider mimledi. Bloguna ulaşmak için buraya tık
tık.
1-Sonbaharda en sevdiğin şey /
şeyler nedir?
Hırkalar,
hırkalar, hırkalar… En çok çeşit çeşit hırka giymeyi seviyorum sanırım. Sonra
renk renk çoraplar… Yağmuru da severim, rüzgarı da.
2-Sonbaharda en sevdiğin kıyafet?
Hırka.
:D
3-Sonbaharda makyaj trendin
nedir?
Çok
fazla makyaj yapan biri değilim. Yüzüme fondoten sürmekten hoşlanmıyorum. Ama
rimel ve göz kalemini kullanmayı severim.
4-Sonbaharda en sevdiğin yemek /
içecek?
Bitki
çayları ve salep sanırım. Değişik değişik çorba tarifleri denemeyi ve içmeyi de
çok severim.
5-Sonbaharda başlayan TV
dizilerinden en çok beğendiğin dizi hangisi?
Evimde
TV yok. Çok izlemediğimden almadım ama internetten izliyorum. Türk dizisi
olarak Medcezir ve Güneşi Beklerken’e bakıyorum arada. Yabancı dizi olarak da
The Vampire Diaries, New Girl, The Originals, The Carrie Diaries, The Paradise,
Game of Thrones… Ha bir de Kore dizi ve Japon dizileri var: The Heirs,
Beautiful Man, Future Choice, … gibi diziler izliyorum bu ara. Hangisi ne zaman
başladı bilemiyorum açıkçası.
6-Sonbahar geleneğin nedir?
Dışarıda
bardaktan boşanırcasına yağmur yağarken elimde bir fincan çay ya da kahveyle
yağmuru izlemek ya da battaniyeme sarılıp film / dizi izlemek ya da kitap
okumak.
Hâlâ
yapmayan kaldı mı bilmiyorum ama yapmak isteyenler yapabilir. Kendinize iyi
bakın. :)
Geldi çattı sınav zamanı. Ben yine aç,
susuz, uykusuz. Yetim çocuklar gibi. Bari işe yarasa da biraz zayıflasam. :D
Sınav stresinden midir yoksa yemek
yiyememekten midir nedir midem ayrı başım ayrı ağrıyor. Sınavlar bitinceye
kadar da geçmez bu tabii.
Çarşamba günü de annem gelecek Kuşadası’na.
Üniversiteye başlayalı 4 yıl oldu, kadın daha yeni geliyor beni ziyarete. :D
Tabii bu da ayrı bir komik konu. Kızdım en son tabii ben de “Artık seneye
mezuniyetime gelirsiniz!” diye de ondan geliyor. Çemkirmelerim işe yaradı.
Yalnız annem geliyor da evin içinde
bomba patlamış gibi. Bence o atom bombasını Hiroşima’dan sonra benim evde de
patlattılar. Her yer her yerde. Kitaplar, notlar, dolaba yerleşmeyi bekleyen
yıkanmışlar, yıkanacak yığınlar. Durum çok fena. Yarın sınavdan döner dönmez
tüm bunları da halletmem lazım.
Yarın da ekonomi sınavım var. (Ben niye
ekonomi dersi alıyorum yaeea?!) Çok da korkuyorum bu sınavdan ama bir türlü
çalışamıyorum. Yani doğru düzgün bir çalışamıyorum. N’olacak benim bu halim
yahu?!
Ah ah… Asıl yarından sonra başlıyor
maç. Her gün 2 sınav. Allah’ım ölmüşüm de ağlayanım yok.
Yeni bir dizi keşfettim. Aslında 2012
yapımı bir İngiliz dizisi. Ama işte ben daha yeni gördüm. Dizimag’de 8 bölüm
gözüküyor. Ben daha ilk bölümünü izledim. Ve çok beğendim. Hemen yazayım
istedim bloga.
Şimdi kızımız Denise, küçük
kasabasından şehre amcasının tuhafiye dükkanına çalışmaya gelir. Fakat amcasının
işleri iyi gitmiyordur. Çünkü tam karşılarında The Paradise vardır.
The Paradise, Mrs. Moray’in dükkanı.
Paris modasını takip edip güzel, çekici elbise ve parfümler falan getiriyor
sürekli adam. Hırslı da çok. Daha da büyümeye çalışıyor. Zaten sokaktaki tüm
dükkanlar onunla baş edemeyip kapanmışlar. Sadece karşıdaki amca kalmış işte.
Denise, amcasının durumunun kötü
olduğunu görünce The Paradise’da çalışmaya başlıyor. Ondan sonra da olaylar
gelişiyor.
Bu ay pek bir şey bitiremedim kayda
değer. Ama olsun bozmayalım geleneği, bakalım bakalım neler bitirmişim.
Dalan
Derma – Cream Nemlendirici Sabun: Geçen yılki kurultayımızın sponsoru
olmuştu Dalan ve her birimize(150’den fazla öğrenciydik sanırım) küçük paketler
hazırlamıştı. İki sabun ve bir el kremi vardı. Önce bu sabunu denedim. Ve Dalan’ın
diğer ürünlerinde olduğu gibi bunu da çok beğendim. Yeniden alabilirim.
Sebamed
Lip Defense – SPF 30: Geçen yıl 6 aydan fazla bir süre sivilce tedavisi
gördüm ve o zamandan beri dudaklarım çok kuruyor. Daha önce kış haricinde pek
dudak nemlendiricisi kullanmayan ben o panikle bir sürü ürün almıştım. Bu da
onlardan biri. Tüm yaz kullandım diyebilirim. Elimdeki ürünler bitince yeniden
alabilirim.
Lure
Lip Balm – Portakallı: Hangi marketten aldığımı hatırlamıyorum ama çok
kötüydü. Kullanmadım. Atıyorum.
Lure
Lip Balm – Kiraz: Hangi marketten aldığımı hatırlamıyorum ama çok kötüydü. Kullanmadım.
Atıyorum.
Garnier
Yağlanma ve Pürüzlere Karşı Temizleme Jeli: Bu ürünü çok sevdim ben. Bir kere
sanki içinde nane varmış gibi bir ferahlık hissi veriyor yüzünüzü yıkadıktan
sonra. Hem de yüzümdeki azıcık kalan izlerde bir iyileşme gözlemledim sanki. Gözeneklerimi
de sıkılaştırdı. Şu an başka ürünler deniyorum ama büyük bir ihtimalle bu
ürünle devam edeceğim.
Beauty
Formulas Salatalıklı Nemlendirici Yüz Maskesi: Hep bunu kullanıyorum zaten.
Yedeklerim var.
Weet
Tüy Dökücü Krem: Bence en iyisi Weet. Hep favorim. Hep bulunur evde.
Dalan
D’olive Zeytinyağlı Yoğun Bakım Kremi: Hep bitiriyorum zaten.
Isotrexin
Jel: Doktorum ya kızarıklık ya da gözenek sıkılaştırmak için veriyor bunu
bana. Çünkü bir adet daha jel var ve dönüşümlü kullanıyorum. Bilemedim şimdi
ama işe yarıyorlar.
I
Love… Lemons & Limes Duş Jeli: Daha önce farklı aromalılarından da
bitirmiştim. İçlerinde en sevdiğim bu oldu sanırım.
Cottomia
Makyaj Temizleme Pedi: Daha önce de zorla bitirdiğim pamuk artık bitti. Sonunda
diyorum başka bir şey demiyorum. Asla almam bir daha.
Watsons
Çiçek Kokulu Günlük Ped: Bu üründen de nefret ettim. Bir günlük ped nasıl
kötü olabilir ki diyordum başkalarında duyunca. Ama oluyormuş maalesef. Kokusu çiçek
değildi arko kremler gibi kokuyordu bence ki ben arko kokusunu hiç sevmem. Ve yapışkanı
da hiç iyi değildi hatta yoktu bile. Almam bir daha. Bim’inkiler bile çok daha
iyi.
Ben her zamanki gibi yoğunum. Sormana
bile gerek yok. :) Hatta 1000 kat daha fazla bile yoğun olabilirim. Ama ben bu
yoğunluğumun içinde kendime bir iyilik yapayım hatta kendime bir faydam
dokunsun diye Osmanlıca kursuna başladım. :)
Osmanlıcaya özel bir ilgim var. (
Aslında tüm dillere ilgim var. :D ) Bunun sebebi de öncelikle tarihi çok
sevmem. Bir nedeni de turist rehberliği öğrencisi olmam tabii ki. Yani
kafilemle gezerken gördüğümüz/ya da içine girdiğimiz bir Osmanlı eserinin
kitabesini falan okusam fena mı olur yani?! :) Sonra elimde birkaç Osmanlıca
kitap var, oradan buradan topluyorum denk geldikçe. Okumayı bilmesem de
topluyorum ama inşallah kurs sonunda okuyabilecek hâle gelebilirim.
Kurs pazartesi
günü başladı daha. Şubat sonuna kadar falan devam edecek. Hafta içi her gün bir
de. Kuşadası Tarihi ve Kültürel Mirası Koruma Derneği'nin bir kursu. Aslında ebru ve hat kursu da vardı ama hangi birine vakit ayıracağım diye düşünüp birini seçtim. :/
…
Bu arada bazı arkadaşlarım Osmanlı
Devleti’nden ötürü burun kıvırdılar buna. Dini inançlardan ötürü öyle
düşündüklerini düşünüyorum. Bir de artık konuşulmadığı gerçeği var tabii. Ama ben
öyle düşünmüyorum. Cihana hükmetmiş bir devlet yıkılıyor yıkılmasına da bu da
bizim geçmişimiz yani. Yıkıldı, artık yok diye yok sayamayız ki. Hem ben
isterdim küçüklükten beri Osmanlıca da öğretilsin İngilizcenin yanında, biz de –en
azından- edebiyat kitaplarımızı asıllarından okuyabilelim. Sonra tamamen yok
saymanın da doğru olduğunu düşünmüyorum. Geçmişi olmayanın geleceği de olmaz,
demişler sonuçta. Ve onca milletler gelip Osmanlı arşivinde araştırma yaparken
bizim okumayı bilmememiz de ayrı bir ayıp bence.
…
Bu arada Türklerin kullandıkları tüm
alfabelere karşı da ayrı bir ilgim var. Kendi kendime bir şeyler çalışıyorum.
…
Bloguma bunu da not düşeyim dedim. Kendime
yaptığım en güzel iyiliklerden biri olacak bence bu. :) Oldukça heyecanlıyım.
Merhaba. Uzun zamandır mim
cevaplamıyordum. Vaktim olmuyordu çoğu
zaman. Ama bugün öğleden sonra Balıkesir’e geldim ailemin yanına. Bayramı tek
başıma geçiremezdim Kuşadası’nda. :) Sonra Sevgili Rengarenkyakomoz’un blogunda
bu mimi gördüm. Hazır işim yokken cevaplayayım dedim.
·Blogunuzun adı?
3 adet blogum var.
İzler, sesler ve de
görüntüler
Duraklar ve İzler
Yalancı Akasya
·Hangi ilde yaşıyorsunuz?
Balıkesirliyim ama
Kuşadası’nda yaşıyorum üniversiteye başladığımdan beri.
·Blogger buluşmalarına
katıldınız mı?
Katılmadım ama
tanışmak istediğim çok blogger var.
·Bulunduğunuz ilde blogger
buluşması olsa katılmak ister miydiniz?
Sanırım Kuşadası’nda
olmaz, zaten buralı bir tane blogger tanıyorum. Ama bazen İzmir’de oluyor.
Zamanım uyarsa katılmak isterim.
·Sizce bir blogger buluşma
etkinliği nasıl olmalı?
Rahatça sohbet
edilinilebilecek bir yer olmalı bence. Küçük hediyeler de verilebilir.
Konseptli etkinlikler de olabilir bu arada. :)
Daha önce bu mimi
cevaplayan bloggerlar görmüştüm. O yüzden kimseyi mimlemiyorum. Yapmayan ve
yapmak isteyen varsa buyursun. :)
Yeni
bir kendin yap projesiyle buradayım sevgili blog.
Şimdi
efendim ben pinterest deryasında gezinirken çok beğendiğim, hasetimden çatır
çutur çatladığım bazı güzellikleri biriktiriyorum bilgisayarımda. Nitekim dün
de bunlardan birine baka baka Minion yaptım. Ona da bakmak isterseniz bir tık.
İşte
bu güzel takımı da görünce “Aman Allahım! Bu benim olmalı!..” diye höykürdüm
bilgisayara ama ses vermedi namussuz. Sonra baktım baktım, ben yaparım ki yahu
bunu dedim. Dedim demesine de tabii aradan oldukça uzun bir süre de geçti. Stajdı,
çalışmaydı derken yazı yedim bitirdim
zaten. Şimdi okul açıldı, hazır havalar da soğudu hazır iş de bitti evde
daha çok zaman geçirir oldum tabii.
Dün
Minion’u yaptım ama aklımda asıl bunu yapmak vardı. Aklımda kalacağına yapayım
da çıksın aradan dedim bugün ve aldım elime porselen kalemimi ve çizmeye
başladım. Zaten çizim çok basit bir şey. Beş dakikada oluverdi.
Bu
ne böyle bardak mı saksı mı derseniz de hemen söyleyivereyim. Bu benim içine
diş macunumu, diş fırçamı koyduğum kupamsı kap. :) Artık çok sevdiğim kuş
figürlerine bakarak dişlerimi fırçalayacağım, he he. :)
Ben
böyle bir sürü güzel çizim biriktirmişim ama en çok bu kuşluyu seviyorum
nedense. Hatta bu takımın aynısından da yapmak istiyorum. Çeyizime falan
koyarım artık ya da öğrenci evimde cicili bicili kullanırım. :)
Bu
arada porselen kalemi yıkanınca çıkmıyor. Bu kalemi Balıkesir’den bir
kırtasiyeden almıştım. Sanırım hobi malzemesi satan dükkanlarda bulunabilir.
Nereden
bulduysam böyle bir resim kaydetmişim bilgisayarıma. Bir gün bakınırken denk
geldim öyle. Sonra aklıma sürpriz yumurtaların sarı kutuları geldi. Olmaz mı ki
falan derken bir de bakmışım ki oyun hamurunu ve sarı kutuyu çoktan almıışım
bile elime.
Yalnız
şöyle bir sorun var ki resimdeki Minion tamamiyle oyun hamurundan yapılmış. Ben
o kadar uğraşmak istemedim ve açıkçası o sarı kutuyu değerlendirmek istedim. İzmir
Ekonomi Üniversitesi’ne gitmiştik geçen yıl bir panel için. Orada Gençlik ve
Spor Bakanlığı’nın bir standı vardı. Anket yapıyorlardı, sonra da bu oyun
hamurundan veriyorlardı. Oyun hamurunu da öyle elde etmiştim. Ama bendeki hamur
beyaz tabii.
Ben
yine yaptım resimdekine benzetmeye çalışarak. Mükemmel olmadı ama ben eğlenmiş
oldum . :) Daha sonra da guaj boyayla boyadım. Sonuç budur. :) Mutluyum.
:)
Seo Ji – Woo bir görüntü yönetmeni ve
zamanın birinde Hindistan’a gider. Orada bir adama aşık olur ve unutamaz.
Aşık olduğu Kim Jong – Ok’un izini
bulabilmek için de “İlk Doğru Aşkınızı Bulun” adlı bir şirkete başvururur. Han
Gi – Joon da bu şirketin sahibidir. Bu adamı bulmak için tüm Kore’yi dolaşırlar
neredeyse.
Adamı da bulurlar ama en sonunda
birbirlerine aşık olduklarını farkederler.
İki sevdiğim oyuncuyu aynı filmde
görünce daha bir severek izledim filmi.
Sonlara doğru Seo Ji – Woo’nun geciken
oyuncu yerine oynamakta olan müzikalde çıkıp bir şarkıyı seslendiriyor ki bence
o kızdan çok daha güzel söylüyor. Makyajı da çok güzel olmuş ayrıca.
Ha – Yeong liseli çatlak bir kız.
Sevgilisinden tam da 100. Günlerini doldurduklarında ayrılır ve yolda sinirli
sinirli sinirli yürürken teneke bir içecek kutusuna tekme atar. O da
oğlanımızın kafasına çarpar.
Hyeong – Jun, o sırada araba kullanmaktadır
ve kafasına aldığı darbe yüzünden kontrolünü kaybedip duvara toslar. Arabasının
hasarının ödenmesini ister Ha –Yeong’dan haliyle. Ama miktar çok fazla olduğu
için ödeyemez.
İşte burada asıl film başlar. Çünkü 100
gün boyunca Hyeong – Jun ne derse yapacaktır Ha – Yeong.
Bu filmi izlerken çok gülmüştüm. Şiddetle
tavsiye edilir.
Kızımız Gye Choon Bin bir anaokulu
öğretmeni ve önüne gelen şeyi karalayan biri. Hani can sıkıntısından bir
şeylere kaş bıyık falan çizeriz ya, hah işte aynen öyle. 5 yaşından beri de
Wang Ki Nam’a aşık.
Wang Ki Nam da bir sanat terapisti ama
o kadar az kazanıyor ki kirasını bile ödeyemiyor ve karanlık korkusu var. 9
yıldır da ayrılmayı beceremediği bir sevgilisi var ki kadın da evli.
Choon Bin, Wang Ki’nin karanlık
korkusunu yenmesine yardımcı oluyor. Wang Ki, karanlık korkusundan kurtulurken
uzatmalı sevgilisinden de kurtuluyor tabii. İyi de oluyor hani. Evli, çocuklu
kadın.
Bir insan 5 yaşından itibaren bir
insanı sevebilir mi ki?! Hem de hiçbir şey beklemeden, istemeden. Bilinmez.
2005 yapımı güzel bir filmle
karşınızdayım. Kayıtlara geçsin bu güzellik de.
Young – Sae hem profesyonel bir dansçı
hem de dans hocası. Fakat gerçek hayatı çok sefil. Önceki dans partneri
terkedip gitmiş ve ezeli düşmanı Hyun – Soo ile piste çıkmış, aynı zamanda da
bir komployo kurban gidip yarışmayı da kazanamamıştır.
Chae – Rin de kızımız. Çin’den geliyor
yarışmalara girebilmek için ama vatandaşlık alabilmesi için evli olması
gerekiyor. İşte hocayla da yolları böyle kesişiyor. Çünkü hocanın partneri
olmak için geliyor taa Çin’den. Onlar da formaliteden evleniyorlar. Aynı zamanda
da dans çalışmaları devam ediyor.
Bu arada bu hoca baleyle salsayı
birleştirmiş. Yani güzel danslar da izleyebiliyoruz. Sonu mutlu bitiyor tabii
ki ama biraz farklı bir yoldan ulaşılıyor sona. :)