13 Mart 2017 Pazartesi

Bahar Geldi

         
         Bahar geldi her ne kadar geçen Salı gününden beri İzmir yağmurlu olsa da. Hava bir açıyor bir yağıyor ama olsun. Ege’nin sıcağını pek sevmiyorum, zaten ben sıcağı, yazı, güneşi pek sevmiyorum. Tabii bunda güneş alerjimin olması büyük etken ama doğanın uyanışını seviyorum işte. Hem kim sevmez ki. Bu kış epey zorlu geçti zaten. Biraz ısınmaya ihtiyacı var herkesin.
         Dün İzbanla Japonca kursuma giderken dörtlü koltuklardan birine oturmuştum. Karşımdaki kadına oturur oturmaz sinir oldum zaten. Yayılmış, bacak bacak üstüne atmış ve inatla ayağını çekmedi. Ben de sürekli kıpırdandım durdum. Hep de böyle insanlarla İzbanda karşılaşıyorum nedendir bilmem.
         Kadın indikten sonra başka bir duraktan bir adam bindi ve tam karşıma oturdu. Engeli vardı ve Allah affetsin çok kötü kokuyordu ya. Sokakta yaşıyor belli ki. Ama ben insanlara saygısızca davranmamak ve utandırmamak için hiçbir mimik yapmamaya çalışırım normalde. Ama koku o kadar baskındı ki anlatamam. Birkaç dakika dayanmaya çalıştım oysaki ama baktım kusacağım. Hemen kalkıp başka bir vagona doğru yürüdüm. Böyle davranmayı sevmem ama üzgünüm, bir dakika daha orada otursaydım kusacaktım.
         Japonca kursunda birkaç haftadır çok güzel fiiller öğreniyoruz ve ben bu fiilleri de kullanarak bir öykü yazmak istiyorum. Ama henüz öyküyü kafamda tam oluşturamadım. Kafamda netleşince Türkçesini yazıp Japoncaya çevireceğim. Burada da paylaşırım eğer yazabilirsem. Bu arada en büyük hayalim Japoncadan Türkçeye ya da Türkçeden Japoncaya bir çocuk hikâyesi çevirebilmek.
         Kurstan döndükten sonra biraz haberleri karıştırdım internette. Yine bir şeyler olmuş. Portakal çatallayan adamlar vardı. :D Size de ülkecek absürt bir film izliyormuşuz duygusu geliyor mu bazen. Ben hep böyle hissediyorum nedense. Saçma sapan şeyler. Olan yine biz turizmcilere olacak. Hiç umudum kalmadı artık benim. Bir arkadaşım “Hani yurtdışına yerleşme hayalleri kuruyorduk ya, artık hiçbir ülke bizi almayacak ve hepimiz bu ülkede öleceğiz.” gibi bir şey yazmış Facebook profiline. Umutsuz olmak istemesem de olmuyor işte. Hiçbir ışık göremiyorum nedense. Aklım da almıyor çoğu şeyi. Hala delirmeden nasıl yaşabildiğimizi de aklım almıyor. Belki de çoktan delirdik.
         Eve dönerken bizim sitede bir apartmanın bahçesindeki şeftali ağacını gördüm. Tomurcuklanmaya başlamıştı. Sevindim yine de her şeye rağmen.
         Bu günlerde İlber Ortaylı’nın Eski Dünya Seyahatnamesi’ni okuyorum. Bitmek üzere gerçi. İlber Hoca’ya bayılıyorum ama ilk kez bir kitabını okuyorum. Hep ertelemişim nedense. Üniversitedeyken Ayasofya ile ilgili bir belgeselini izlettirmişti hoca. Sınavda da çıkmıştı sanırsam. Müthiş bir adam. Aslında Bizans Sanatı diye iki ciltlik bir kitaba başlamıştım ama baktım çok kuru bir okuma olacak, hemen İlber Hoca’ya hoştum. Hoca diyorum çünkü kendisini hocam gibi görüyorum bu arada. Tanışma fırsatım olmadı hiç ama bir gün inşallah diyorum.

         Bizans Tarihi’ni de okulda gördük tabii ki ama kullanılmayan bilgi unutuluyor arkadaş. Tekrar olsun diye ne zamandır okumak istiyordum ama gerçekten kuru bir okuma oluyor. On beş sayfa falan okuyup attım bir kenara. Bir ara okurum umarım. 

Hiç yorum yok: