Bahar geldi her ne kadar geçen Salı gününden
beri İzmir yağmurlu olsa da. Hava bir açıyor bir yağıyor ama olsun. Ege’nin
sıcağını pek sevmiyorum, zaten ben sıcağı, yazı, güneşi pek sevmiyorum. Tabii bunda
güneş alerjimin olması büyük etken ama doğanın uyanışını seviyorum işte. Hem kim
sevmez ki. Bu kış epey zorlu geçti zaten. Biraz ısınmaya ihtiyacı var herkesin.
Dün İzbanla Japonca kursuma giderken
dörtlü koltuklardan birine oturmuştum. Karşımdaki kadına oturur oturmaz sinir
oldum zaten. Yayılmış, bacak bacak üstüne atmış ve inatla ayağını çekmedi. Ben de
sürekli kıpırdandım durdum. Hep de böyle insanlarla İzbanda karşılaşıyorum
nedendir bilmem.
Kadın indikten sonra başka bir duraktan
bir adam bindi ve tam karşıma oturdu. Engeli vardı ve Allah affetsin çok kötü
kokuyordu ya. Sokakta yaşıyor belli ki. Ama ben insanlara saygısızca
davranmamak ve utandırmamak için hiçbir mimik yapmamaya çalışırım normalde. Ama
koku o kadar baskındı ki anlatamam. Birkaç dakika dayanmaya çalıştım oysaki ama
baktım kusacağım. Hemen kalkıp başka bir vagona doğru yürüdüm. Böyle davranmayı
sevmem ama üzgünüm, bir dakika daha orada otursaydım kusacaktım.
Japonca kursunda birkaç haftadır çok
güzel fiiller öğreniyoruz ve ben bu fiilleri de kullanarak bir öykü yazmak
istiyorum. Ama henüz öyküyü kafamda tam oluşturamadım. Kafamda netleşince
Türkçesini yazıp Japoncaya çevireceğim. Burada da paylaşırım eğer yazabilirsem.
Bu arada en büyük hayalim Japoncadan Türkçeye ya da Türkçeden Japoncaya bir
çocuk hikâyesi çevirebilmek.
Kurstan döndükten sonra biraz haberleri
karıştırdım internette. Yine bir şeyler olmuş. Portakal çatallayan adamlar
vardı. :D Size de ülkecek absürt bir film izliyormuşuz duygusu geliyor mu
bazen. Ben hep böyle hissediyorum nedense. Saçma sapan şeyler. Olan yine biz
turizmcilere olacak. Hiç umudum kalmadı artık benim. Bir arkadaşım “Hani
yurtdışına yerleşme hayalleri kuruyorduk ya, artık hiçbir ülke bizi almayacak
ve hepimiz bu ülkede öleceğiz.” gibi bir şey yazmış Facebook profiline. Umutsuz
olmak istemesem de olmuyor işte. Hiçbir ışık göremiyorum nedense. Aklım da
almıyor çoğu şeyi. Hala delirmeden nasıl yaşabildiğimizi de aklım almıyor. Belki
de çoktan delirdik.
Eve dönerken bizim sitede bir
apartmanın bahçesindeki şeftali ağacını gördüm. Tomurcuklanmaya başlamıştı. Sevindim
yine de her şeye rağmen.
Bu günlerde İlber Ortaylı’nın Eski
Dünya Seyahatnamesi’ni okuyorum. Bitmek üzere gerçi. İlber Hoca’ya bayılıyorum
ama ilk kez bir kitabını okuyorum. Hep ertelemişim nedense. Üniversitedeyken
Ayasofya ile ilgili bir belgeselini izlettirmişti hoca. Sınavda da çıkmıştı
sanırsam. Müthiş bir adam. Aslında Bizans Sanatı diye iki ciltlik bir kitaba
başlamıştım ama baktım çok kuru bir okuma olacak, hemen İlber Hoca’ya hoştum. Hoca
diyorum çünkü kendisini hocam gibi görüyorum bu arada. Tanışma fırsatım olmadı
hiç ama bir gün inşallah diyorum.
Bizans Tarihi’ni de okulda gördük tabii
ki ama kullanılmayan bilgi unutuluyor arkadaş. Tekrar olsun diye ne zamandır
okumak istiyordum ama gerçekten kuru bir okuma oluyor. On beş sayfa falan
okuyup attım bir kenara. Bir ara okurum umarım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder