18 Haziran 2011 Cumartesi

Döndüm -1

Köye gideceğimi yazmıştım en son. Dün geldik. Bir sürü fotoğraf çekmeyi planlamıştım ama olmadı maalesef. Nedeni de şu: Fotoğraf makinemin şarjı bitti! Tabii ben şarj aletini götürmedim! Çünkü orada elektrik düşük. Prize bir şey takarken korkuyorum hep. Ama sonuçta fotoğraf çekemedim. Siz bulun artık kendimin mi yoksa makinenin mı hışmına uğradığımı.
Neyse fotoğraf yok madem ben kendim ufaktan ufaktan anlatmaya başlayayım:
Cuma günü saat 16.00 gibi köye ulaştık efenim. Biraz oturduk, dinlendik. İki hoşbeş, bir iki hatır sormaca falan… Sonra da hadi tarlaya bahçeye bakmaya gidelim dedik annemle. Çıktık evden. Tarlanın biri çok yakın zaten. Evden çıkınca hemen yolun karşısında. Ninemgil ‘bahçe’ diyorlar oraya ama bence orası kocaman bir tarla. Kaç dönüm olduğunu bilmiyorum ama oldukça büyük. Herhalde onlar eve yakın olduğu için falan bahçe diyorlar. Neyse evin karşısındaki tarlaya gittik tabii ki. Diğerleri uzak zaten. Artık ninemle dedem yaşlandığından bir çoğunu da ekmiyorlar.
Aşağıya doğru uzanan bir tarla bu. Aşağıda da sola doğru kıvrılıyor. Sola dönük bir L yani. Üst tarafı düz, alt tarafı da oldukça eğimli. Zaten köy dağın tepesinde olduğu için düz mekan bulmak biraz zor.
Annem önden gidiyordu, ben de arkadan. Tarlanın kenarlarında da bir sürü meyve ağacı var. Baktım dut ağacı bana gülümsüyor. Şöyle biraz yaklaştım. Dutlar kararmış. Evet, kara dut. Hemen yanında da beyaz dut var. Yeni oluyorlar daha orada da. Bana kadar çıktı yine de. ;)) Dalından meyve yemek gibisi yok. Çok seviyorum bunu. Tabii ben tıkınırken annem çoktan aşağıya varmış bile. Aşağı tarafta havuz var küçücük. Ninem oraya ekiyor sebzesinin bir kısmını. Tabii evin bahçesinde de var. Yoldan karşıya geçince yine var. Yani suya yakın yerler hep. Sebzeler her gün su istiyor doğal olarak.
Uzun zamandır gitmiyordum. Küçükken her yaz giderdik. O zaman ekin de ekiyorlardı susam ya da yulaf da. Bir sürü koyunumuz olduğunu hatırlıyorum. Bir sürü tavuk, bir sürü inek. Çok güzel çoban köpeklerimiz vardı hatta. Tabii bütün bunlar ben çok küçükkendi. Şimdi birkaç inek var sadece. İki kuzu almışlar kurban bayramı için. Besliyorlar. Bir köpek, bir kedi ve 4 ya da 5 yavrusu var.
Annem hep sen o tarlada büyüdün der. Her yaz ekin biçmeye gidiyormuş annem yardım olsun diye. Bana da biçtikleri ekin demetlerini üst üste koyarak üç duvar yapıyorlarmış. Üzerine de bir bez. Küçük bir çadırımsı. ;)) ben de orada duruyormuşum. Annem şimdi diyor: iyi cesaretmiş bende ki. Yılan falan da gelebilirdi diyor. Allah’tan olmamış öyle bir şey. Yoksa kim yazacaktım şimdi şu satırları! :P
Biraz daha büyüktüm herhalde. Ekin anızlarının ayaklarımı çizdiğini, kanattığını hatırlıyorum. Ağustos sıcakları geldi mi kendimi hep o tarlada gibi hissederim. Annemlere evden soğuk su, peynir, ekmek, domates falan taşıdığım gelir gözümün önüne. Hey gidi günler hey! Şimdi iş güç, okul, staj falan derken gidemiyordum hiç. Bu yaz iyi oldu.
Belki okur arkadaşın biri. Kendisi bana elit falan  der de. Sen evinde emeklerken ben o tarlada koşturuyordum bir aşağı bir yukarı çocuk. Şükür ki sarımsağı soğandan, koyunu keçiden ayırt edemeyen bazı arkadaşlar gibi olmadım hiç.

Anılara, dokundurmalara daldık. Lafı unuttuk. Ne diyordum. Hah! Annem havuzun yanına varmış. Bakıyor ninem ne ekmiş diye. Fasulye, biber, patlıcan vardı bir yerde. Onun otunu yolmaya başlamış. Ben de yardım ettim. Çabucak bitirdik. Sonra da suladık havuzun suyuyla. Bu arada çilekler de büyümüş. Onlardan da yedim afiyetle. Dedem iki gün önce topladı da reçel yaptı ninen dedi. Oh dedim, yaptıysa ben yiyebilirim bunları.
Onun bahçesinde her şeyi olur. Soğan, sarımsak, patates, bezelye, börülce, kabak, fındık, elma, armut, dut, asma ve daha bir sürü şey. Çörek otu bile ekmiş, o derece. Gıptayla bakıyorum ona. Seksen yaşına geliyor neredeyse. Hala çok çalışıyor hala çok çalışıyor. Zaten satın almaz pek sebze meyve. Hele hele fasulye ve biberi. Kokuyormuş ona hep. Taa gübresinin, suyunun, toprağının kokusunu aldığını söyler.
Sonra annem nohuta geçti. Nohutlar çiçek dökmeye başlamış artık orada. Ben pazarda görmüştüm ama köyde geç olduğunu söyler annem. Gübre atmıyor zaten ninemler. Onun da otu alınması gerekiyormuş. Başladık annemle ot yolmaya. Geçen yazdı sanırım. Üç günlüğüne gitmiştik yine düğün var diye. O zaman da nohutu yolmuştuk yine annemle. Bu gidişle ekeceğim de diyorum ben de. ;))
Tabii koca tarla nohut. Bitmedi öyle bir saatte. Akşam oluyordu artık. Annem namaz kılayım falan diyordu. Abdest almaya gitmişti havuzun başına ama gitmesiyle gelmesi bir oldu. Yılan görmüş suyun başında. Su içiyordu diyor. Nasıl kaçtığını bilememiş. Tabii ben görmediğim için korkmadım. Annem çok korkmuş. Hemen kaçtık ordan. Eve gittik. Yarım saat falan durduk. Hadi gidelim, dedi ninem. Yılan var falan dedik ama gitmiştir o dedi. Yine gittik. Tabii annem iyice korktu. Her yere bakıyor giderken. Her kıpırtıda irkiliyor falan. Biraz daha çalıştık orada. Sonra da acıktık, akşam oldu diye yolduğumuz otları yüklendik eve geldik. O otları da ineklere verdi dedem. Herkes, Herşey faydalansın. ;))

Kalanını da sonra yazacağım artık. ;))

Hiç yorum yok: